25 Haziran 2014 Çarşamba

Makarnalı İskender

              “ Kız kaçırmayı da beceremiyor bu hayvan” dedi Ramazan abi “Neden kaçırıyor, vermiyorlar mı”, “İstemiyor ki vermesinler. Nasıl olsa vermezler deyip kaçırıyor.”

            Çekmeyi düşündüğüm film için terası olan yoksul bir eve ihtiyacım vardı. Ramazan abi “Birader rahat ol, bizim Mustafa’nın yeri tam senin istediğin gibi on numara terası var” dedi.

            Ramazan abi elli yaşına merdiven dayamış biriydi. İçki içmediği günü yaşamamış sayıyordu. Özlü laflar etmeyi çok severdi “ Ne kadar direnirsen diren değişmez sana giren. Götümüze yılan kaçmış çıkaran yok” gibi umutsuz, arsız bir felsefeye sahipti. Mutsuz bir adamdı diyemem. Arkadaşlarıyla içip eğleniyordu her daim. İçki dönüşü eşiyle kavgalarında tanışıyordu mutsuzlukla. Aynı zamanda çok iyi bir tavla oyuncusuydu. “Bir tek acemilere yenilirim, ne oynayacakları belli değildir çünkü” derdi. İşsiz kaldığı dönemlerde evi tavla iddialarından kazandığı parayla geçindiriyordu.

            Ramazan abiyle birlikte Mustafa’nın evine gittik. Yanımızda film ekibinden Davut da vardı. Davut rahat ve steril bir hayattan geliyordu. Çok az şey ilgisini çeker ve bağlama sesinden nefret ederdi.

            Mustafa’nın evi müstakil yüksek girişli bir evdi. 1+1 olan ev çok küçüktü. Gerçi Mustafa ve kardeşi yalnız yaşadıklarından çok da küçük sayılmazdı. Onlara yetiyordu ev. Bir oda, odanın önünde mutfak ismini haketmeyen küçük bir tezgah  ve hem banyo hem de tuvalet olarak kullanılan küçük bir yerleri vardı.

            Mustafa çok misafirperverdi. Bizi ağırlamaktan çok memnun görünüyordu. Ramazan abi “Mustafa on numara çocuktur. Biz her akşam arkadaşlarla burda içeriz” diyerek Mustafa’yı onore etti. “Ne içersiniz, çay, kahve?” diye sordu Mustafa. “Çay” dedi Ramazan abi hepimizin adına “Kahveden nefret ederim. Çay ve biradan başkası yalan. Su da içmem” diyerek sağlığı hedef alan sözler sarfediyordu. “Ben çay içmiycem” dedi Davut. “Kahve vereyim”, “yok, bir şey içmiycem” diye ısrar etti Davut. Ketıl’da su kaynatıldıktan iki dakika sonra çayım önümdeydi. Çay kaşıkları olmadığı için yerine çatal verdiler. Davut’un kaygılı bakışları eşliğinde çayımdan ilk yudumu aldım. Davutun “ O bardaktan nasıl içersin” bakışları eşliğinde çayımı bitirdim. “Dolduruyum mu?” dedi Mustafa “Hayır”, “Yeni demledim,sıcak” “Sağol almıyım, ziyade olsun”

            Davut hiçbir şey istemeyerek ayıp etmişti ama haksız da değildi. Oda berbat bir durumdaydı. Yerde korsan CD ve kirli iç çamaşırların olması ev sahibini rahatsız etmiyordu. Odanın köşesinde duran bir masayı mutfak kabul ediyorlardı. Masanın üstü karman çormandı. Kirli-temiz bulaşıklar, çay, patates, yumurta kabukları, tencere, ketıl vs. Çok amaçlı bir masaydı yani. Ben daha önce şantiye koğuşlarında kaldığım için fazla yadırgamıyordum ama Davut için endişeleniyordum.  

            “Aç mısınız?” diye sorarak misafirperverliğini geliştiriyordu Mustafa. Bu sefer ben de hayır deme cesaretini gösterdim. “Çok iyi yumurta yapar. Kendi tavuklarının yumurtası, burda terasta bir sürü tavuk ve horoz yetiştiriyor” diye lafa karıştı Ramazan Abi. Aslında biraz açtım ama tavanın durumu içler acısıydı. Mustafa da açtı ve kalkıp tavaya beş yumurta kırdı. Mustafa, Ramazan abi ve Mustafa’nın kardeşi yumurtaya dadandılar. Her ne kadar benle Davut’a ısrar etselerde aç olmadığımıza ikna ettik onları. Adamlarda akbabanın bağışık sistemi vardı.

            Mustafa tam bir tavuk hayranıydı. Terasında bir sürü tavuk besliyor ve Facebook sayfası tavuk fotoğraflarıyla doluydu. Otuzlu yaşlarında genç biriydi. Tavuk dışında ilgi duyabileceği birçok şey varken o tavukları seçmişti. Tavukları kesmiyor sadece yumurtalarını yiyiyordu. “Üç öğün yumurta yesem bıkmam” diyordu ve yiyiyordu da. Ramazan abi methiyeler diziyordu Mustafa’nın tavuk aşkına ama bir iki defa tavuğunu çalmıştı. “Sarhoştum birader, çok da acıkmıştık. Ben kesmedim ama Nurettin kesti. Ben sadece mangalı yaktım. Ama tavuk yenmez mi birader. Doğanın kanunu bu. Ne demişler dünya döner, saplar döner, bu yarrak bir gün gelir sende biter.” diye çılgın felsefesiyle destekliyordu Mustafa’ya yaptığı ihaneti.

            Mustafa hasta birine benziyordu. Ensesinde ve yüzünde bir sürü et beni, kafasının bir çok yerinde de saçkıran ve kırmızılıklar vardı. Ayrıca bir gözü de bembeyazdı, görmüyordu. Gözünü kaybetme hikayesi de normal bir hikeye değildi. Tamircide çalışırken arkadaşı şaka amaçlı tornavidayı Mustafa’ya atınca gözüne saplanmış. Tornavidayı atan arkadaş acaba daha önce kimleri güldürmüştü böyle. “Annesi hamileyken sakatat yemiş ve ellerini vücuduna silmiş. Annesi ellerini neresine sürdüyse Mustafa’nın vücudunda aynı yerlerde izler ve et benleri var” diyerek trajediyi boyutlandırdı Ramazan abi.

            Mustafa’nın ilgisi sadece tavuklara değildi. Evde beslediği beş de kuşu vardı. Kuşlar tavana asılı beş kafeste yaşıyordu. Yalnız kuşlar da sahipleri kadar ilginçtiler. Kuşları göremiyorduk çünkü kafesler bezlerle örtülüydü. Karanlıkta yaşayabilen kuşlarmış bunlar. Evet, kafeslerin hepsi örtülüydü ve kuşları göremiyorduk. İnsan niye böyle bir kuş türü beslesindi ki. Kendi filmimi unutup Mustafa’ya odaklanmıştım. “ Çok hayvanseverdir Mustafa. Beş on senedir buraya gelirim daha hiç görmedim bu kuşları. Belki de ölmüşlerdir kafeste. Aslında çok değerli kuşlar bunlar. Sadece Amazonlarda varmış. Getirecen Amazonlardan satacan Eminönü’nde” dedi Ramazan abi son yumurta lokmasını ağzına atarken.

            Anne babası çok erken yaşta ayrılmış Mustafa’nın. Daha doğrusu annesi başkasına kaçınca baba da alkole kaçmış. Ayyaş bir babanın elinde kardeşiyle birlikte büyümüş. Mustafa’nın kardeşi ise dramı büyütmekten başka bir işe yaramıyor. Daha önce başarısız olan iki kız kaçırma olayına girmiş. “ Kız kaçırmayı da beceremiyor bu hayvan” dedi Ramazan abi “Neden kaçırıyor, vermiyorlar mı”, “İstemiyor ki vermesinler. Nasıl olsa vermezler deyip kaçırıyor. Mahallede yakaladı bunu kız tarafı, dövmeye kalktılar ama engel olduk. Bana öyle bakma ben adamı bir sikerim boş trende ayakta gider” Ramazan abinin yediği yumurtalar gaz yapmıştı herhalde.

            Mustafa’nın mekanı her ne kadar pis de olsa samimi bir yerdi gerçekten.Ramazan abi gibi bir kaç adam daha vardı ekiplerinde. Akşamları buraya doluşup içerlermiş. “ Bir de bir yemeğimiz var sorma. Makarnanın üstüne bol sarımsaklı yogurt döküp kaşıklarla bir dalıyoruz göreceksin, iskender kebap gibi oluyor tadı. Bir gün gelin size de yaparız” diye centilmence bir davette de bulundu Ramazan abi.

          Mekanı beğenmiştik. Çekim için Mustafa ile anlaşıp ayrıldık ordan. Tam kapıdan çıkarken bir kopek havlamasıyla Davutla ikimizin ödü koptu. “Korkmayın, Mustafanın köpeği, bağlıdır” dedi Ramazan abi. Köpek diyordu ama bir canavardı aslında. Neyi koruyordu bu pitbull. Tavuk, kız kaçıran kardeş ve karanlıkta yaşayan kuşlara bir de pitbull eklenmişti. Neyle besliyordu bu köpeği. Günde bir kümes tavuk yese doymazdı. “Acayip güçlü bir hayvan. Başka bir köpekle kapıştırdık bir gün parçaladı köpeği. Bizimkinde de yaralar vardı ama bana mısın demiyordu. ‘İbnenin götüne çivi çakmışlar, tıkırtı nerden geliyor demiş’ hesabı “ dedi Ramazan abi.

           Çekim için güzel bir mekan bulmuştum. Ramazan abiyle vedalaşıp ordan uzaklaştık. Davut’a dönüp “mekanı bulduk güzel oldu” dediğimde “ O çayı içtin amk ya” dedi.
                                                                                                                                       PAT

patoyku@gmail.com 

www.facebook.com/pat.oyku

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder