Barzani’yi hiç sevmezdi Ferhat. Hatta Iğdır’dayken bize “ Sizi pavyona
götürecem, Barzani’nin parasıyla karıya gidecem ulan” diyordu.
Kayısılar o kadar tatlıydı ki kendimi yemekten
alıkoyamıyordum. Bagajda çekim malzemeleriyle birlikte iki kasa da kayısı
vardı.
-
“Kayısıları Kars’ta satacak mısınız lan?” dedim
-
“Keşke satsam yaw! Bacanağa götürüyoruz” dedi
Ferhat.
Biraz daha yersem yolda altıma sıçarım korkusuyla yemeyi
bıraktım.
-
“Oğlum bak Zehra’nın yanında küfürlü konuşmayın,
sikerim!”
Ben, Haydar ve Ferhat üç gün boyunca bildiğimiz bütün
küfürleri defalarca tekrarlamıştık. Yanımızda bir haftadan uzun bir süre kadın
olmazsa düzgün konuşmayı unutuyorduk.
Ferhat üniversiteden arkadaşımdı. Iğdır’da oturuyordu ve
ordaki çekimler için bize yardımcı olmuştu. Şimdi de eşi ve on iki aylık
bebekleriyle birlikte Kars’taki bacanağın yanına gitmek üzere bizimle
geliyorlardı.
Günlerdir arabada dinleye dinleye artık nefret ettiğimiz
müzik CD’sini takarak Iğdır’dan Kars’a yol almaya başladık.
-
“Müzik rahatsız ediyorsa kapatayım yenge?” dedim
-
“Yok sorun değil, güzel” dedi Zehra
-
“ Ferhatcım senin rahatsız olmanı önemsemediğim
için sana sormuyorum!”
-
“Hernepeş şarkısını açsana” dedi Ferhat
-
“Aslında çok güzel CD’lerimiz var da MP3
çalıştırmıyor player”
Arabasında çalınan müziklerden utanan bir adamın telaşı
içerisindeydim. Aslında çok güzel bir müzik zevkimin olduğunu ispatlayacak
donanımdan yoksundu kiraladığımız araba.
Karsta eğitim fakültesini bitiren Zehra Doğubeyazıt’ta
öğretmendi. Zehra okurken Ferhat da Kars’ta çiğköfte dükkanı işletmişti.
Kars’taki hatıralarını seviyorlardı.
Temmuzun ortalarındaydık ve çok güzel bir hava vardı. Kars’ı
oldum olası merak etmişimdir. Birçok ilde doğa yeşil rengi bırakıp sarıya
dönerken Kars hala yemyeşildi. Serin, yeşil bir hava ve bozuk bir yol eşliğinde
Kars’a gidiyorduk.
Ferhat HDP’ye oy vermeyen bütün Kürtleri sevmiyordu. Buna
AKP’ye oy veren bacanağı da dahildi. Yanlarına da istemeyerek gidiyordu. Yolda
bacanağını telefonla aradı,
-
“ Yoldayız. Bir saat sonra Kars’ta oluruz.”
-
“ .......” bir şeyler dedi Bacanak
-
“Evet” dedi Ferhat
-
“……” Nereye geleceksiniz dedi herhalde bacanak.
-
“Merkezde görüşürüz” deyip kapattı Ferhat.
‘Çiğköfte işinin aslında çok karlı bir iş’ olduğu ortak fikrinde buluştuğumuz bir muhabbet dönüyordu arabada. Geride bıraktığımız yarım saatte hep paradan bahsetmiştik. Hepimiz parayı sevmiyorduk, para bir araçtı aslında.
Paradan sonraki favori konumuz siyasetti.
-
“Ferhat, Öcalan(Abdullah) hakkında ne
düşünüyorsun abi?” dedim.
Ferhat üniversitedeyken örgüt üyeliği suçlamasıyla iki yıl F
Tipi’nde yattığı için fikirlerini merak ediyordum.
-
“İleri görüşlülüğüne hayranım. Ne söylüyorsa
çıkıyor. Suriye’nin bu hale geleceğini çok öncesinden söylemişti mesela” dedi
Ferhat.
-
“ Dün internetten Mehmet Ali Birand’la yaptığı
röportajı izledim. Kürt halkı ben ne dersem yapar, beni ilah gibi görüyorlar
gibi şeyler söylüyordu. Buna ne diyorsun?”
-
“Doğru söylüyor.”
-
“ Kendini bu kadar ön plana çıkarması, ölümsüz
lider pozları rahatsız edici değil mi? Bırak da insanlar sana bu yakıştırmaları
yapsınlar, ki yapıyorlarda.”
-
“Kürt halkı ezik bir halk. Onlara özgüven
aşılamak için bunu özellikle yapıyor. Kürt halkı bu özgüvenli, güçlü karakteri
seviyor.”
-
“Abi Öcalan’ın göbeğini kaşıdığı bir TV
görüntüsü vardı, o neydi öyle ya! Bir lider böyle görünmemeli TV’de” diyerek
tartışmayı başka bir yere taşıdı Haydar.
-
“Beni çok rahatsız etmedi. Liderlerin de insan
olduğunu hatırlatan bir durumdu bence” dedim.
-
“İşte Kemalist bir bakış açısı, içinizdeki
Kemalizm’den kurtulamıyorsunuz” dedi Ferhat Haydar’ı hedef alarak.
-
“ Alakası yok abi Kemalizmle bence o görüntüler
hoş değdildi” dedi Haydar.
-
“Bana da tam tersi çok samimi geldi” diyerek
Zehra da Haydar’a bir cephe açtı.
Haydar’a arka çıkan olmadığı için ikna olmamış bir şekilde
susmayı tercih etti. Tartışma da diğer tartışmalarımız gibi verilen cevapların
alakasızlığıyla birlikte başka konulara geçti.
Ferhat ve Zehra’yı bacanağına teslim ettikten sonra Haydar’la
bir otele yerleştik.
Akşam olmuştu. Haydar yemeğe çıktı. Ben de biraz
dinlendikten sonra Kars’ta bir akşam gezintisi yapmak istedim. Otelin
yakınlarındaki bir çiğköfteciye oturdum. Ferhat’la yaptığımız çiğköfte
muhabbettinden sonra canım çekmişti. Çiğköftenin üzerine bir çay içmek için
kaldırımda tabureleri olan güzel bir çayocağına oturdum. Hava serindi. Kars
serinliğiyle tanışmak beni memnun etmişti. Haziran ayından beri ilk defa
üşümüştüm. Yol yorgunu olduğum için otele erken döndüm. Haydar da benden bir
yarım saat sonra geldi.
-
“Çıkmadın mı?” dedi.
-
“Çıktım, çiğköfte yedim. Sen?”
-
“Boşver sorma”
-
“Et mi yedin len yine!”
-
“Dayanamadım dalak yedim valla”
Mardin, Diyarbakır,Urfa, Batman, Bitlis, Van, Iğdır, Muş, Ağrı
boyunca hep et yemiştik ve her defasında et yememeye yemin etmiştik. Bu yeminlerin
hepsi de yemeğin hemen ardından geliyordu. “Ne yapalım etten başka bir şey yok”
bahanesine sarılıyorduk her defasında. Et dışında yemek bulmanın zorluğu bir
yana götümüz de kaşınıyordu. “Kilo alıyoruz oğlum” ya da “hayvanlar kesilmesin, yazık” gibi uyarılar ve duyarlılıklarımız da bizi durduramıyordu. Dalak
ve çiğköftenin rahatsız ediciliğiyle birlikte ertesi sabah kahvaltıda buluşmak
üzere uyuduk.
Sabah Haydar’ın gürültüsü ile uyandım. Dolaptan arısütünü
çıkarmış yiyiyordu.
-
“Usta artık sağlıklı beslenelim. Yemin ederim
yemeyelim artık et. Dikkat edelim kendimize usta, yaş geçiyor bak”
-
“Ulan her sabah aynı muhabbet. Arı sütü ile
başlayıp dalak ile bitiriyorsun günü”
Kahvaltıdan sonra dostum Azad Ateş’in bana verdiği telefon
numarasını aradım.
-
“Merhaba İsmail'le mi görüşüyorum?”
-
“Ne, kim?”
-
“İsmail ile mi görüşüyorum, telefonunuzu Azad
Ateş’ten aldım.”
-
“Azad Ateş mi? He buyrun evet”
-
“Biz Kars’ta çekim yapıcaz da bize yardımcı
olabileceğini söyledi. Nerdesin sen abi?”
-
“ Başım gözüm üstüne abi. Ben Dağpınar’dayım.
Siz nerdesiniz?”
-
“Biz Kars Merkez’deyiz. Bu tarafa gelecek misin,
ya da biz mi oraya gelelim?”
-
“ Siz mi geleceksiniz, ben geleceğim ama araba
gelecek birazdan, siz buraya mı geliyorsunuz şimdi, ben gelince siz
nerdesiniz?...”
-
“Abicim bence sen yerinden ayrılma. Biz senin
yanına gelelim. Dağpınar’a gelince arayalım seni”
-
“Tamam abe.”
Dağpınar Kars Merkez’e en yakın ilçeydi. İsmail ile ilk
görüşmemiz beni tedirgin etmişti. Program için lazım olan röportajları
ayarlayabilecek biri gibi gelmemişti bana ama bir yerden başlamak gerekiyordu.
Ferhat aradı. “Kars’tayım siz nerdesiniz?” diyordu.
Buluştuk. Bacanaktan kaçması için bahane olmuştuk ona sanırım.
Ben, Haydar, Ferhat sıkıcı müzik CD’si ve küfürlerle
Dağpınar’a doğru yol aldık.
-
“Bacanak sevdi mi kayısıları?”
-
“Kayısı mı görmemiş sanki, herkes senin gibi mi”
-
“Bir kasayı da bize bıraksaydın amk. Bacanak
sevdalısı bir adam oldun çıktın.”
-
“Onun ben amk.”
Dağpınar’ın girişinde İsmail karşıladı bizi. Sakallı, zayıf,
çirkin ama gariban bakışları onu güzel gösteriyordu. Arabaya aldık, bize
evini tarif ediyordu.
Dağpınar’a ilçe demek zordu, büyük bir köy diyebilirdiniz.
Arabada giderken,
-
“ Bu arada yemek yemediniz inşallah abe?” dedi
İsmail.
-
“ Yeni yedik abi Allah razı olsun”
-
“Valla bak, hazırlayalım hemen”
-
“Sağolasın vallahi yeni yedik.”
Evin önüne geldik. Kapının önünde bir kalabalık belirdi.
İsmail’in annesi “Kürt televizyoncular geliyor”u duyunca hemen kafasına
sarı-kırmızı-yeşil’i bağlamıştı. Minik bir karşılama töreni hazırlamışlardı
bizim için. O kadar değer verdiler ki utandım. “Bu kadar değerli adamlar
değiliz, gerek yok bunca şeye” sözü içimde patlayacaktı neredeyse.
İhtiyarların elini öptük. Bize sarıldılar. Çoluk çocuk bir
sürü kişiyle selamlaşarak salona doğru gidiyorduk. Sonunda oturabildik. Nene
yanıma oturmuştu. Çok sevimli bir ihtiyardı. Sarı-kırmızı-yeşil bayram çocuğu
gibi gösteriyordu onu. Dede de iyi adamdı. Sordu;
-
“Aç mısınız, yemek hemen gelsin mi?”
-
“Yok dayı ne yemeği hiç zahmet etmeyin, yedik
biz”
-
“Ne olacak, hazırlanana kadar acıkırsınız yine”
Dakikalarca ona aç olmadığımızı ve acelemiz olduğunu
anlatmaya çalıştım. Derken İsmail lafa girdi.
-
“Abi bak gerçekten hazırlayalım”
Yeter amk! Misafirperverlik değildi bu. Bir çeşit sabır
testiydi. Misafiri memnun etmenin tek yolu ona yemek vermek miydi? Aç
olmadığımıza neden ikna olmuyorlardı? Tamam iyi insanlardı ama biz aç değildik.
Tok bir misafiri nasıl memnun edeceklerini bilmiyorlardı.
İçeriye iki çocuk girdi. Elimizi öpmek istediler ama izin
vermedik.
-
“Fesih’imin çocukları. Küçüğü aynı babasına
benziyor.” Dedi nene.
Fesih İsmail’in cezaevindeki abisiydi. Aynı zamanda Dağpınar
Belediye Başkanı’ydı. Belediye başkanını siyasi sebeplerden tutuklamışlardı.
-
“Git babanın yaptığı resmi getir amcalara göster
bakalım” dedi nene.
Küçük çocuk babasının cezaevinde çizdiği resmini getirdi.
Fesih çocuğunun vesikalık resmini çizmişti. Çocuk karşımızda resimle öylece
dikilmişti. Nene de ağlak gözlerle resme bakıyordu. Acıklı bir sahneydi. Fesih
kötü bir ressamdı. Çocuğun boynunu tuhaf çizmişti. Çocuk öyle sarılmıştı ki
tabloya onun için dünyanın en güzel resmiydi.
İçeriye genç bir kadın girdi.
-
“Gel Haticem otur, güzel Haticem” dedi nene.
Hatice Servet’in eşiydi. Servet de siyasi tutukluydu.
İsmail’in bir küçüğüydü. Servet’in de bir kız çocuğu vardı. Servet ve Fesih’in
hatırı sayılır bir yatarı vardı hala içerde. Kötü etkilendik. Çekim için
gelmiştik ama bir trajedinin içinde bulduk kendimizi.
İsmail sordu,
-
“ Sen çekim var diyordun abe.”
-
“Ya evet. Kars ilini tanıtacaz da bize röportaj
yapabileceğimiz birileri lazım. Tarihçi, yazar, avukat, doktor, fotoğrafçı …vs”
Sıralıyordum ama İsmail’in bana öyle bir bakışı vardı ki
adeta “kime ne anlatıyon amk” bakışlarıydı. Bu bağlantıları bulabileceğine
inanmıyordum. Hayvancılıkla uğraşan bir köylüydü. İlgi alanı değildi.
Beş bardak çayla zor kurtuldum ellerinden. Eliaçık bir
aileydi. Vedalaşıp arabamıza bindik. İsmail arabanın camına yaslanıp,
-
“Abi bir şey yemediniz, vallahi olmadı” dedi.
Yol boyunca bir süre konuşmadık. Sessizliği ilk ben bozdum,
-
“Bir daha ‘Kars’tan adam çıkmaz’ diyen olursa
sikecem” dedim.
-
“Abi ben çok kötü oldum ya” dedi Haydar
-
“Kürt halkının çoğu böyle işte. Vefakar
insanlar” dedi Ferhat.
Öğlen olmuştu ama henüz hiçbir şey çekememiştik ve tek
bağlantımız da işimize yarar biri değildi. Ferhat bizi HDP il örgütüne götürdü.
Eski bir pasajın üst katındaydı. İçerde Ellili yaşlarında bir adam ve bir iki
genç vardı. Televizyonda Kürtçe bir haber kanalı açıktı. Duvarlar ölen
partililerin fotoğraflarından görünmüyordu. Çok fotoğraf vardı. Gençlerin
fotoğrafları vardı, orta yaşlıların fotoğrafları vardı, kadınların
fotoğrafları, erkeklerin fotoğrafları, çocukların fotoğrafları…
Ferhat söze girdi:
-
“Biz Kars’ı tanıtan bir belgesel yapıyoruz. Bize
Kürtçe röportaj verebilecek birileri lazım.”
-
“Kimin kanalı bu” dedi adam.
-
“Güney Kürdistan kanalı”
-
“Tamam da kanal kimin?”
-
“Barzani’nin” diye söze girdim.
-
“Biz Barzani’nin siyasetini doğru bulmadığımız
için ona röportaj vermek istemiyoruz” dedi adam.
-
“Bu siyasi bir program değil, Kültürel”
-
“Farketmez, Barzani’nin politikaları yanlış.”
-
“Barzani yanlış politikalar yapıyor evet ama bu
program öyle bir şeye hizmet etmiyor biz…” diyerek uzun uzun adama bir şeyler anlatan
Ferhat onu çekime ikna etmeye çalışıyordu.
Adam on beş-on altı yıl cezaevinde yatmıştı ve çok sertti. Aslında Ferhat da onun gibi düşünüyordu ama biz dostuyuz
diye adamla aynı görüşü paylaşmıyormuş gibi davranıyordu. Barzani’yi hiç
sevmezdi Ferhat. Hatta Iğdır’dayken bize “ Sizi pavyona götürecem, Barzani’nin
parasıyla karıya gidecem ulan” diyordu.
Haydar Kürtçe bilmediği için tartışmaya katılamamıştı.
Yüzündeki sivilceyle oynayıp çay içiyordu. Acıkmışa benziyordu. Arı sütü
etkisini çoktan yitirmişti.
HDP’den de bir şey çıkmadı bize. Karnımız acıkmıştı. Yemek
için bir yere oturduk. Sulu yemekler olmasına rağmen Haydar’la göz göze geldik
ve yine et istedik. Bir bok olmazdı bizden. Et yememeye yemin eden
etoburlardık. Ferhat’ın ise et yemek konusunda en ufak bir tereddütü yoktu.
Karışık kebap istedi.
Yemekten sonra Ferhat eve gitmesi gerektiğini söyledi. Bütün
gününü bize ayıramazdı. Bir ailesi ve bacanağı vardı. Vedalaştık gitti.
Giderken “Belki yarın da gelirim” dedi.
Haydar’la göt gibi ortada kalmıştık. Şimdiye kadar
gittiğimiz her yerde bize rehberlik eden birileri olmuştu. Kürtçe konusunda
en sıkıntılı yer de Kars çıktı. Kürtler iyi derecede Kürtçe konuşamıyordu
burda. İyi Kürtçe konuşanlar daha çok köylülerdi onlar da bizim işimize
yaramıyordu.
Kürtçe konuşmalar duyduğumuz bir kahveye oturduk. Bir masaya
selam verdik. Tanıştık, çay içtik, sohbet ettik, derdimizi anlattık. Masada beş
altı kişi vardı ve bizimle çok ilgilendiler. Hepsi yardımcı olmak istiyordu. Kahvenin
sahibi Şehmuz abi,
-
“Peynirci Mehmet’i çekebilirsiniz, Kürtçesi de
çok iyi. TRT Kurdi’ye çıkıyor hep”
İyiye işaret gelişmelerdi bunlar. Şehmuz abiyle yakında
bulunan peynirciye gittik. Mehmet abiyle tanıştık. İlgilendi bizimle. Çekim
için yarına randevu verdi. Bir röportaj ayarlamıştık sonunda.
Şehmuz abiye,
Şehmuz abiye,
-
“Kürtçe bilen, turizm üzerine konuşabilecek
birilerini tanıyor musun abi? Otelci olabilir, turist rehberi olabilir”
Şehmuz abi birkaç otelcinin telefonunu verdi. Aradım ama
programın Kürtçe olduğunu duyunca korkup çıkmak istemediler. Korkuyoruz
demediler ama bir daha telefonlarıma çıkmadılar.
İlk gün hiçbir şey çekemeden bitmişti neredeyse. Sadece
biraz şehir detayı çekebilmiştik.
Haydar akşam finalini ciğer tavayla yaptı. Uyumadan önce aynada göbeğine baktı:
Haydar akşam finalini ciğer tavayla yaptı. Uyumadan önce aynada göbeğine baktı:
-
“Sikerim böyle işi. Usta bak valla yemeyelim.
Sen yemesen ben de yemem”
-
“Kapat ışığı uyuyalım amk.”
Haydar çok kötü horluyordu. Ondan erken uyanmama sebep oldu.
Tuvaletten çıktığımda onu arı sütü yerken buldum.
Kahvaltıya indik. Kahvaltıyı ekmeksiz yiyen Haydar sağlıklı
beslenme üzerine bir şeyler anlatıyordu.
-
“Usta bak ben uygulamayabilirim söylediklerimi
ama bana inan. Lakabım doktor benim arkadaşlar arasında.”
Doktor Haydar’la peynirci Mehmet’in yanına gittik ama
dükkanda yoktu. Oğlu bakıyordu yerine. Babasını sorunca:
-
“Babam bugün geç gelir, Fabrikaya gitsinler orda
Latif konuşur onlara dedi”
Oğlu bize Fabrikayı tarif etti. Gittik. Latif orda değildi.
Aradık, merkezdeymiş. Merkezde Latif’i zar zor bulabildik. “Kürtçem iyi değildir
benim” dedi. Beynim dönmeye başladı. Kars belamızı sikmişti. Herhalde bir tane
bile röportaj alamayacaktık.Tekrar Peynirci Mehmet’in yanına gittik.
Dükkandaydı. Zorla röportaja ikna ettik. Çok güzel bir röportaj oldu da biraz moralim
düzeldi.
Ferhat aradı. Bugün gelemeyecekti. “Bacanak kaz kesti bize,
bırakmıyor. Başınızın çaresine bakın!” dedi.
Tekrar kahveye gittik. Bizim ekip yine ordaydı. Bize çay
ısmarladılar. Eski siyasi olaylardan sohbet açıldı. Çok sıcak bir ortamdı. Bize
başka isimler de söylediler. Yine birçok röportajımız iptal oldu ama güç bela
dört günde işimizi bitirebildik.
Son gün kahvedekilerle vadalaşacaktık ama kahvede
değillerdi. Kobane’den bir gerilla cenazesi gelmişti Ardahan’a. Şehmuz abi,
-
“Cenazeyi karşılamaya gidecez” demişti.
Haberlerde Kars’tan Ardahan’a giden dolmuşun askerler
tarafından tarandığı söyleniyordu. Şehmuz abiyi aradım.
-
“Biz iyiyiz ama bir arkadaş ağır yaralandı”
dedi.
Olaylardan ötürü yüzyüze vedalaşamadık. Zaman kaybetmeden
Kars’tan Diyarbakır’a doğru yola çıktık. Yolumuz uzundu.
Dağpınar’dan geçerken birden karnımın aç olduğunu farkettim.
Telaştan öğle yemeğini yemediğimizi hatırladım.
8
Aralık 2015 PAT
patoyku@gmail.com
www.facebook.com/pat.oyku