21 Eylül 2013 Cumartesi

Bir Çuval Kürt

"Bulgur çuvallarının ve peynir tenekelerinin üzerinde tükenmez kalemle gelir düzeyi ciddiye alınmayacak semtlerin ismi yazılıydı."

          Jetonmatikten jeton alabilmek için 3 liramın olması lazımdı ama bende kağıt 20 lira ve madeni 2.75 lira vardı. Bakkaldan almaya tenezzül etmediğim 25 kuruşa ihtiyacım vardı. Jetonmatik para üstünü sadece bozuk para olarak veriyordu. 20 lira ile bir jeton almaya kalksam 17 lira bozuk para başıma bela olacaktı. O kadar bozuk parayı götüme mi sokacaktım. Jetonmatiğin bir kalbi yoktu ve insanlar yapamadıkları ibnelikleri makinelere yaptırıyorlardı.
Bozuk parayı nasıl bulurum hesabı yaparken burnumun dibinde saç uzatan kel bir adam durdu.Adamın saçları kafasının ortasından başlıyordu ve omuzlarında bitiyordu. Kellerin saç uzatması üzerine bir psikoloji kitabı yazabilirsiniz. Bir tür kelliği kabullenememe durumu. "Kadınlar kel sever" diye bir kel uydurması çıkmıştı bir ara. Bu söylenti sayesinde binlerce kel yeniden hayata bağlandı. Uzun saçlı kel Sirkeci'ye nasıl gidebilirim diye soruyordu.
Kılık kıyafetinden hostes olduğunu tahmin ettiğim kadın bir köşede durmuş muhtemelen arkadaşını bekliyordu. Öylesine sert ve gururlu duruyordu ki 20 lira bozuğu olup olmadığını soracak cesareti bulamadım. Hosteslerin götü neden bu kadar kalkık anlamış değilim. Uçakta güvenli uçuşu anlatırken saçma sapan hareketler yapıp, simit-meşrubat servisi yapanlar onlar değil sanki. Hosteslerdeki hava ne uçağın pilotunda ne mucidinde ne de sahibinde var. Hepsi 'seksi hostes' fantezisinin ekmeğini  yiyiyor.  
Bu arada uzun saçlı kel, bir kadına Sirkeci'nin nerede olduğunu soruyordu. Ne yapmak istiyordu bu adam. Bana güvenmedi ya da tarifimden bir şey anlamadı da tekrar sormaya mı utanmıştı, yoksa kadına asılmak mıydı amacı? Bir anda kendimi onlarca soruyla karşı karşıya buldum. Ama otogara geç kalıyordum ve keli düşünecek zaman değildi, kaybolsundu pezevenk.
Çaresiz jetonmatiğe yöneldim ve 17 lira daha madeni paranın sahibi oldum.Daha önce de 2.75 liram vardı. Kiloma 500 gr daha eklenmiş oldu. Dilencilerin ve selpakçı çocukların aradığı adamdım artık.
Metronun gelmesini bekliyordum. Durarak metro beklemek sıkıcı olduğu için ileri geri turlamaya başladım durakta. Fazla kalabalık değildi durak, durağın sonlarına yaklaştığımda bankta oturan bir çifte denk geldim. Gözlerden ırak birbirlerini öperek cinsel dürtülerini besliyorlardı. Bir anda yırtık dondan çıkar gibi çıkmış ve gençleri rahatsız etmiştim. Çocuğun nefretini gözlerinden okuyabiliyordum. Siki kalkmış bir erkeğin öfkesinden korkarım, uzaklaştım hemen. Çiftten uzaklaşırken uzun saçlı kel adamla karşılaştım, yanımdan geçerek sevişen çiftin tarafına doğru yürüdü. Kel'in eceli gelmişti sanırım.
Metro geldi. Sarı çizgiyi geçmiştik ve inenlere öncelik tanımıyorduk. Bir daha metro bu durağa gelmeyecek motivasyonuyla saldırıyor ve götümüz için en rahat yere koşuyorduk. Metro yolda sarsıla sarsıla ilerliyordu. Cebimdeki bozuk paralarla Hafize Ana'nın zili gibi ses çıkarıyordum.
Metro, Otogar durağına yanaştı. İniş kapısında 2 kişi, 3 bavul ve 2 çuvalla duruyordu. Çuvallarından birinde sarı bir su sızıyordu. Çuvalın içinde ne olabileceğini tahmin etmek istemedim. Tek istediğim metrodan inebilmekti. Bu kadar eşya ile neden metro yerine taksi tutmayı tercih etmemişlerdi. Belki taksi bu kadar eşyayı alamayacağını söylemiştir. Taksinin yapamadığını bu iki adam yapıyordu. Sonuçta taksiyi de insanlar yapmıyor muydu?(cümleyi bir daha okumayın, işe yaramayacak) Kapı açıldı ve süreci hızlandırmak adına adamların metrodan inmesine yardımcı oldum. Hayır dualarını alarak yanlarından uzaklaştım.
Öz Habur Tur'a vardım. Seyahat acentasından ziyade toptancı deposuna benziyordu. İçerde onlarca sahibini bekleyen bulgur çuvalı ve peynir tenekesi vardı. Muhatap olmak istediğim gişeci telefonla konuşuyordu. Karaboğa Gıda'nın verdiği takvim Mardin'in turistik fotoğraflarıyla birlikte Habur Tur'un duvarlarını süslüyordu. İçerisi dardı ve sürekli el arabalarıyla eşya taşıyıcılar geçiyordu. Bulgur çuvallarının ve peynir tenekelerinin üzerinde tükenmez kalemle gelir düzeyi ciddiye alınmayacak semtlerin ismi yazılıydı. Adam telefonu kapattı ve ne istediğimi sormadı. Bir çözüm için bulunmuyordu orda ve şirketin menfaatleri umrunda değildi. Dün öğlen saatlerinde Mardin'den çıkan otobüsün gelip gelmediğini sordum. Gişeci peynir tenekelerini düzelten adama Kürtçe seslenerek otobüsün nerde kaldığını sordu ve bana Türkçe otobüsün rötar yaptığını ve 1 saat sonra burada olacağını söyledi. Adamla Kürtçe konuşarak teşekkür ettim. Adamın Kürt olduğundan emin olduğum halde önce Türkçe konuştum. Birinin Kürt olduğundan emin değilsem önce Türkçeyle "Kürt müsün" diye sorarım sonra Kürtçe konuşurum eğer eminsem  aynı soruyu Kürtçe "Tu Kurmanci" dedikten sonra Kürtçe konuşurum. "Türkiye'de Kürt olmak" temalı bir hikaye anlatmadığım için "Yaşasın anadilinde eğitim" diyerek konuyu kapatıyorum. Üst katı gösteren bekleme salonu tabelasını takip ederek bulgur çuvallarının arasından yukarı çıktım.
Halam ilk defa İstanbul'a geliyordu ve Türkçesi yok gibiydi. Var gibi olan kısmı da bir işe yaramıyordu. Beni bulamamaktan çok korkuyordu. Mardin'den çıkmadan önce rahat olmasını ve Öz Habur Tur'un ofisinde kendisini bekliyor olacağımı söylemiştim. Ama şimdi ben de korkuyordum. Bulgur çuvallarından oluşan labirentin içinde onu bulamayabilirdim.
Bekleme salonunda sadece ihtiyar bir adam vardı. İhtiyar bir otobüsten ziyade ölümü bekliyor gibiydi. Beni görünce uzun uzun bakmaya başladı. İhtiyarın bakışlarından uzun süredir tek başına burada oturduğunu anladım. İhtiyara selam verdim, az kalan sayılı nefesiyle selamıma karşılık vermeye çalışıyordu. "Aleykümselam" kelimesini  "Alkslm" olarak çıkarmıştı ağzından. Konuşmayı unutmuş muydu yoksa.
37 ekran eski bir televizyonda haber kanalı açıktı. Kanalda "Türkiye Suriye'ye müdahale etmeli mi"  konulu bir tartışma programı vardı. İhtiyar televizyonu izlemiyordu. Elindeki tespihi çekerek kalan nefesini cennete gitmek için kullanıyordu. Suriye ne ihtiyarın umrundaydı ne de benim. Kanalı değiştirmek için kumandaya bastım. Kanal değişmedi ve mavi bir ekran geldi. Kumanda tuşlarındaki yazılar silindiği için neye bastığımı bilmiyordum ve gittikçe içinden çıkılmaz bir hal alıyordu. İhtiyar paniklemeye başladı. Düzenini bozmuştum. Televizyonu eski haline getirmemi istiyordu. İhtiyarın götlüğü tutmuştu, gıcık olmuştum ona. Neyzen Tevfik'in " Bu gidişle yarağımı gidersin cennete" dizeleri geliyordu aklıma. Tam bu sırada var olduğu idda edilen çaycı geldi. Televizyonu düzeltmesinden ziyade çay içebileceğim için mutlu olmuştum.
Kendime ve ihtiyara bir çay ısmarladım. Birkaç çay daha içerek cebimdeki bozuk paraları azaltabilirdim. Bozuk paralar sanki para değilmiş gibi davranıyordum. Otobüsün gelmesine yarım saat vardı. Çaycı yine ortalarda yoktu. Gittim kendime ve ihtiyara bir çay daha doldurdum. İhtiyar çay değil "sarı suyu" istiyorum dedi. Çayı döküp bir oralet doldurdum. İhtiyar için bir nimettim adeta. Tenekeye boşaltır gibi içiyordu çayı, oraleti.
Otobüsün gelmesine 10 dk kalmıştı, inip peronda beklemem lazımdı. Halam otobüsten iner inmez panik yapmasına ve kaybolmasına fırsat vermeden yakalamalıydım onu. Salondan gitmem ihtiyar için bir yıkım olacaktı. Kendisine bir oralet daha doldurdum ve O, oraletini içerken çaktırmadan kaçtım salondan.
Eğer otogar hakkında bir belgesel yapacaksanız mutlaka Kürtlerle yapın. Otogarı en iyi onlar bilirler. Özellikle İstanbul'da yaşayan bir Kürt. Sürekli memleketten bir şeyler gönderilir ya da akraba karşılanır. İstanbul'da 6 yıl öğrencilik yaptım bunun 3 senesini otogarda geçirdim. Bir de İstanbul Esenler Otogarında Türkçe bilmeyen bir Kürdü görmeyen biri çaresizliği gördüm demesin.
20 dakika olmuştu ama bizim otobüs daha gelmemişti. Halam aradı, indiğini ve nerde olduğumu sordu. Öz Habur Tur'un orda kendisini beklediğimi söyledim, o da aynısını söylüyordu ama yoktu ortalarda. İçeriye sordum, başka ofisleri yoktu. Tekrar perona çıktım halam yoktu yine. Telefon ettim, Habur Tur'a doğru yürüdüğünü söyledi. Korktuğum başıma gelmişti. Yol bilmez, dil bilmez, hareket eder. Kendisine hemen durmasını ve en yakınındaki bir muavine telefonu vermesini söyledim. Ufak çaplı bir krizden sonra halamı buldum. Halamın beni görünce ne kadar mutlu olduğunu anlatamam demiyim anlatırım ama gerek yok siz anladınız. Halamın valizini ve tandır ekmeği dolu çuvalını alarak bir taksiye bindik. Bulgur ve tandır ekmekli çuvallara, peynir tenekelerine kızsam da sofrada eşek gibi yiyiyorum. Bu güzel, eşsiz tadlar için değer mi bu çuval ve tenekeleri taşımaya, değmez.  

Uzun saçlı kel Sirkeci'ye gidebildi mi acaba!
 
    PAT

patoyku@gmail.com 
www.facebook.com/pat.oyku