24 Ağustos 2013 Cumartesi

Baklava ve Faşizmin "F"si

" Bir tatlı dükkanıyla tek başınıza iktidar olabilirdiniz. "


       Okulların açılmasına bir haftadan az bir zaman kalmıştı. Liseye başlayacaktım ve yeni başlayacağım okul hakkında hiç de iyi şeyler duymuyordum 'en belalı okuldur', 'arkan yoksa siki tutarsın', 'Kızlara takılma!' gibi yorumlar yapılıyordu. Bu söylenenlerden sonra korktum desem yalan olmaz. Lise demek kızlar demekti ama ' bela arama' diyorlardı.Ne yapıp edip okulda götümü sağlama almalıydım. 
        Benden önce aynı lisede okumuş olan amcam(Süleyman) okulun kabadayısıydı. Astığı astık asmadığı da asılmayı bekliyordu. Amcam okulu bırakmış, askere gitmiş ve hamamda kırk tas dökmeden bu işlere tövbe etmişti ama hala isminin bir ağırlığı vardı okulda. Süleyman amcam okuduğu dönemde Büyük Birlik Partisi'nin gençlik kolları olan Alperen Gençlik Ocaklarında takılıyordu. Amcam o dönem siyasetin 'S' sinden çakmazdı. Hasbelkadar okuldan arkadaşları onu oraya götürmüşler ve ordakiler O'na O da ordakilere sahip çıkmıştı. Amcam daha sonra okulu bırakacak( ya da okul mu onu bırakmıştı tam hatırlamıyorum) ve bir daha o partiyle işi olmayacaktı. Ama o dönem partideydi ve partinin popülaritesi onun sayesinde baya bi artmıştı. Nerde kendisine arka arayan bir korkak varsa onun arkasına geçerek aslan taklidi yapıyordu. Gözü kara olan amcam çekinmeden(düşünmeden) 15-20 kişinin arasına kavgaya dalabiliyordu. Her hafta "gelin çocuğunuzu nezaretten alın" diye karakoldan telefon gelirdi eve. Bu kabadayılığı tabiki ödülsüz değildi. Okulda(hatta ilçede) popülaritesi tavandı ve okulun en güzel kızlarıyla çıkardı. Kısacası amcam taşınması ve sahip çıkılması çok zor bir miras bırakmıştı bana.
        Ben ise amcamın karakter özelliklerinin hiçbirini taşımıyordum. Tek ortak noktamız ikimizin de futbolu seviyor olmasıydı. Hırslı ve cesur amcama göre dingin ve cesur olmayan( korkak demiyorum dikkat) biriydim.
        Tek başına 15-20 kişiye dalmak cesaretten ziyade olsa olsa deliliktir. Böyle kavgalarda sakat kalabilir hatta ölebilirsiniz. Sakat kalma ve ölme durumunda aptal sağlam çıkma durumunda ise kahraman olursunuz.  Ben ne aptaldım ne de kahraman. 
      Kızlar tehlikelilerdi. Futbol oynayıp erkek arkadaşlarınla gerzek gerzek takıldığın zaman kimse sana karışmıyordu. Çünkü elinde başkalarının sahip olmak isteyeceği bir şey yoktu. İsteyen her erkek çok rahat gerzek bir erkek arkadaş bulabiliyordu. Bir kızın elini tutup tenhalarda oturduğun zaman ise abazaların hedefindeydin. Onların nazarına ve yumruklarına gelmen an meselesiydi. Sadece abazaların hedefinde olmazdınız; bir de okulun kabadayıları vardı. Bunlar tüm kızlara yetecek özellikte tasarlanmadıkları için Allah'a isyan ederdi. İnsanoğlunun kıskançlık, ihtiras, açgözlülük vb... en katlanılmaz özelliklerini her an sergilerlerdi. Tüm bu tehliklerden korunmanın tek bir yolu vardı: Onlar da senden korkmalıydı.
         Amcamın okulda aslan olduğu dönemlerde Alperen Ocakları'nda benim yaşlarımda yavru kurtları vardı. Okula geldiğimi duyan bu kurtlar "Süleymanın yeğeni de bu okuldaymış" deyip buldular beni. İşte aradığım arkayı bulmuştum. Onlar beni bulduğuna seviniyor ben onları bulduğuma seviniyordum. Dayı dayı yürürlerdi okulda. Böyle yürümeleri beni çok memnun ederdi ve tanışabildiğim kadar insanla tanışıyordum. Herkesle 'Süleyman'ın yeğeni' diye tanıştırıyorlardı beni. Süleyman ismini duyan karşımda esas duruşa geçiyordu adeta.
Bu yavru kurtlardan biri de Hamo'ydu. Saçlarını kerhane çaycısı gibi ortadan ayırırdı. Hamo'nun bir yürüyüşü vardı ki görseniz okulun tüm haracını bu yiyiyor derdiniz. Beni iyice sevmesi için sürekli güldürürdüm onu. Sarı iğrenç dişlerini görmek pahasına yapardım espirileri toplardım sempatiyi. 
     Hamo'nun beni Ocağa çağırma zamanı gelmişti. "Perşembe günü okul çıkışında Ocak'ta toplantı var birlikte gideriz" dedi. Ocakla ne demek istediğini anlamamıştım ama kısa sürer bir şey olmaz diye düşündüm. Okul çıkışında beni bekleyen Hamo ile buluşup Ocağa gittik. İçeri girer girmez duvardaki fotoğraf dikkatimi çekti. Tüm Osmanlı imparatorlarının resminin bulunduğu bir fotoğraftı. Aynı fotoğrafı okul koridorlarında yangın sırasında kullanmamız için bırakılan kova ve baltanın karşısındaki duvarda da görebilirdiniz. Fotoğraflarının yanı sıra imparatorların sözlerinin asılı olduğu A4 kağıtları da vardı duvarlarda.
       İçerde başka liselerden de gelen öğrenciler vardı. Hepsiyle kafa kafaya tokuştuk. Normal, yanak yanağa selam veremiyorduk amk. Şişman, tombik biri vardı içerde. Gülmüyor, sert durmaya çalışıyordu ve bu onun daha da komik görünmesini sağlıyordu. Ona bakıp buraya geliş amacını tahmin etmeye çalışıyordum. Kızlar için olamazdı. Çünkü bu fizik ölçüleriyle değil Ocak, arkasında ordu dursa hiçbir kız vermezdi buna. Bunu öpen kız sığıra dönüşürdü o anda. Herkes birbirine bakıyordu ve muhtemelen benim gibi durumu anlamaya çalışıyorlardı. Mekanın müdavimleri ise bize karşı sevimlilik yarışına girmişlerdi. Ortamda hiç kız yoktu, herkesin taşakları vardı. Benim felsefem ise "ikiden daha fazla erkekle sadece kavgaya gidilir" idi.
      Reis dedikleri bol pantolonlu, gözlüklü, sivilceli, şaftı kaymış bir eleman bizi toplantı için küçük bir odaya çağırdı. Yaklaşık 15 kişi sığır sürüsü gibi bir odaya toplandık. Bu bir tanışma toplantısıydı. Vücut hatlarını belli etmemeye özen göstererek giyinmiş olan reisimiz bize bir "hoşgeldiniz" konuşması yaptı. "Buraya her türlü sorununuz için gelebilirsiniz ama bir tek kız sorunu için gelemezsiniz" diyerek sıkıcı konuşmasını bitirdi. Örgüt muhabbeti olmasa bu adamı kim dinlerdi acaba. Reis herkesten sırayla kendisini tanıtmasını istedi. En son ben tanıttım kendimi. Tam reis lafı alacakken Hamo devreye girdi ve özgeçmişime "Süleyman'ın yeğeni" diye ilave yaptı. Birden tüm dikkatler üzerime çekildi. Kendilerine kahraman arayan içerdeki korkakların gözleri parladı. Geliş sebebini anlayamadığım şişman, sempatik olmaya çalışan bakışlarını bana dikerek kafasıyla tekrar bir selam verme gereği duydu.Reisimiz"Daha rahat iletişim kurmak ve örgütlenmek adına her okulun bir Reis'i olacak, birazdan Reisleri seçmek için kapalı oylama yapacağız" dedi. Herkes ismini tekrarladı ve seçim başladı. Şişmanın adını yazdım. Sonuçlar açıklandı: "Şişman 1 Ben 14". "Ama ben kimseyi tanımıyorum" diye itiraz ettiysem de "Bir şey olmaz tanırsın" dediler. Herkes çok mutluydu çünkü 'Muhteşem' Süleyman'ın yeğeni reisleriydi. Diğer okulların da reisini seçerek toplantıyı bitirdik. Artık her Perşembe rutin toplantılarımız olacaktı. 
     Başıma büyük bir bela almıştım. Kabadayı gibi takılan korkakların Reis'i olmuştum. Ellerinde tespih beni nerde görseler gelip yapışıyorlardı. Öğlen aralarında birlikte pideciye gidelim diye dışarda bekliyorlardı beni. Okulun kabadayıları Kürtler'di ve onlarla aram çok iyiydi. Ocağa ihtiyacım yoktu ve sürekli onlardan kaçıyordum. Ama ben ne kadar onlardan kaçmaya çalışsam onlar o kadar burnumun dibinde bitiyorlardı. Ara sıra yanlarında tuhaf öğrencilerle gelip "Reis yeni arkadaşımız" diye tanıştırıyorlardı. Bu denyolar sürekli sürüler halinde dolaşıp mıymıntı tipleri tokatlayarak kendilerini cesur olduklarına inandırıyorlardı. Bu tip adamların amacı erkeklerde korku kızlarda hayranlık yaratmaktı.
     Perşembe günü yavru kurtlarımı etrafıma toplayarak ocağa gittim. Reisimiz yine götünü belli etmeyen bir pantolon giymişti. Toplantının konusu İstanbul'un Fethi'ydi. Atalarımızın iman gücüyle nasıl İstanbul'u fethettiğini oldukça sıkıcı bir tonda saatlerce anlatmaya başladı. Resmen ebem sikilmişti. Okulda tarih hocasını dinlemiyorken burda oturmuş bu sikkoyu dinliyordum. Üstelik dinlediğim için bir diploma da almayacaktım. Ergenliğimin erken dönemlerindeyim zaten çok da sikimdeydi İstanbul'un fethi. Bir ara verdik. Odadan çıkıp biraz hava aldık. Çaycı elinde tepsiyle aramızda dolaşarak çay, şeker parası toplamaya başladı. Ayıp olmasın diye cebimdeki üç kuruşu da çıkardım onlara verdim. Yol param da gitti, 5 km yürüyecektim eve. Toplantının sonunda Reis "Arkadaşlar sayımızı arttırmalıyız, liseler arası bir yarışma yapacaz. Kim en çok kişi getirirse Ocağa onlara baklava verecez" dedi. Reis'in bu açıklamasından sonra hava birden olumlu esmeye başladı ve herkesi bir baklava heyecanı sardı. 
        Herkes okulunda Ocak için adam örgütleme çalışmasına başladı. Endüstri meslek lisesi önde gidiyordu. Öğrencileri " Bedava çay, baklava var" diye kandırıyorlardı. Ben okuldan kimseye bir şey söylemedim. Bu sikkolarla takıldığımı öğrensinler istemiyordum. Mahalleden 3-5 arkadaşımı gelin baklava yiycez diye kandırmıştım ben de. Bu arada baklava ne etkiliymiş amk zamanında.
      Yine bir perşembe günü geldi. Yarışmanın sonucu belli olacak, baklava sahibini bulacaktı. İçeri girer girmez baklavayı kazanamayacağımızı anladım. Her taraf Endüstri Meslek Lisesi'nin yeşil ceketleriyle doluydu. Reis'in mutluluğunu görmeliydiniz. Koca bir ideolojinin toplayamadığı adamları Kemal Usta'nın baklavası toplamıştı. Bir tatlı dükkanıyla tek başınıza iktidar olabilirdiniz. Birinci Endüstri Lisesi olmuştu ama ortada baklava yoktu. Tekrar çaycının tepsisi ortalarda dolaşmaya başladı. Ben ve arkadaşlarım da çıkarıp cebimizdekileri verdik.Toplanan parayla birincilere baklava alındı. Getirdiğim arkadaşlar hayal kırıklığı yaşamışlardı. Çaycının berbat çayı da iyice canlarının sıkılmasına sebep olmuştu. Ayrıca Reis arkadaşlarımdan birine "Bir daha buraya bu top sakalla gelme" dedi. Top sakallı arkadaşım da mahallenin piskopatlarından sayılırdı. Benim hatırıma ses çıkarmadı orda. Eve mahçup bir şekilde arkadaşlarımla yürüyerek döndüm. Top sakallı arkadaşım yolda "Amına koduğmun çocuğuna bak, top sakalaını kes diyor" dedi. 
       Artık okulda çok rahattım, bir sürü arkadaşım vardı. Bir gün yavru kurtlarım heyecan içinde yanıma gelerek bir arkadaşımızın kavgaya karıştığını ve çıkışta da kavga olduğunu söylediler. Arkamı sağlama almak için tanıştığım adamlar sırtıma biniyorlardı. Bu sikkolar için kendimi riske atacak değildim tabiki. Okulda öğlen yemeği için bir saatlik bir ara vardı. O arada eşyalarımı toplayarak okuldan kaçtım. Ertesi günler de hafta sonu tatiliydi. Pazartesi günü bir yalan uydurdum kurtlara. Bunlar da ben kaçınca götleri yememiş kavgaya gidip özür dilemişler. O günden sonra da defalarca çağırmalarına rağmen sürekli bir bahaneyle kaçtım. Öyle öyle kurtuldum adamlardan. 
        Bir gün duvardaki padişah fotoğraflarına bakıp çaycıya " Buranın amacı nedir?" diye sormuştum. Çaycı biraz düşündükten sonra " Allah'ın rahmetini yeryüzüne yaymak" demişti. Çay tepsisiyle para toplayan bu baklavaya aç kitlenin böyle bir amaç belirlemesini aklım almamıştı. İlerki yıllarda politikayla ilgilenip solcularla takılmaya başlayınca nasıl bir tezgahta olduğumu anladım. Faşistlerin reisliğini yapmıştım resmen. Emin olun ordaki adamların hepsi ne faşizmin 'f' sini ne de siyasetin 's'sini biliyorlardı. Sadece korku ve hayranlık peşinde olan taşaklılar takımıydı. 

                                                                                                                                                  PAT

patoyku@gmail.com 

www.facebook.com/pat.oyku





21 Ağustos 2013 Çarşamba

Sevimli Koca Göt

"Sevimli olmak mı seksi olmak mı istersin sorusuna kaç şişman sevimli olmak cevabını verir ki!"


       Pantolonumun beden numarası küçük geliyordu ve götüme, kalçalarıma yaptığı pres kilo vermem konusunda beni uyarıyordu.Daha önce üzerime cuk oturan elbiselerim fazladan yediğim tavuk, pilav ve tatlılar için beni affetmiyordu. Bedenim arzulanabilir olmaktan gittikçe uzaklaşıyordu ve insanların hikayelerindeki şişman terli adam olmamak için yemekle arama mesafe koymak zorundaydım.
    Akşamları çıkıp koşmaya başladım. Koşuyorudum dediğime bakmayın yüzde sekseni yürümekle geçiyordu. Evim çarşıda olduğu için bırak koşmayı yürüyecek alanı zor buluyordum. Bu sebepten tenha olsun diye akşam geç saatlerde çıkıyordum koşmaya(yürümeye). Bir gece dışarda kavga çıktı. Adamlar gözümün önünde adamı hamur yoğrar gibi dövüyorlardı. Dayak yiyen ise ısrarla “Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?” diyordu. Anasını belleyen adamlar muhtemelen kim olduğunu da biliyorlardı. Ama yediği dayaktan sonra eminim annesi bile onun kim olduğunu anlayamayacaktı. Bu kavga bende travmalar oluşturdu desem abartılı olur ama “deli mi sikti beni gece gece çıkıyorum” dedirtti. 
    Yaptığım haftalık diyetler işe yarasa da bir istikrar yakalayamıyordum.Sivri burun ayakkabıdan vazgeçemeyen bir pezevenk gibiydim. Çok fazla enerji harcamıyordum. Harcadığım enerjinin çoğunu da yemek yerken harcıyordum. 
      Kilolu olmak ayıp bir şey olmadığı gibi estetik de değildir. Hiçbir genç kızın odasının  duvarında şişman birinin posterini görmedim. "Kilomla mutluyum,barışığım" diyenlerin çoğu defalarca diyet yapmalarına rağmen kilo veremeyenlerdir. Şişmanları severim. Tombik ve sevimlidirler. Sevimli olmak mı seksi olmak mı istersin sorusuna kaç şişman sevimli olmak cevabını verir ki!
    Evet, ben de sevimli olmak istemiyordum. Bir spor salonuna yazıldım. Spor salonunda bir sürü sevimli insan vardı. Herkes arzulanabilir bir bedene sahip olmak için elinden geleni yapıyordu. Hepsinin zayıf hallerini hayal etmeye çalışıyordum.
     Kilo vermek isteyenlerin çoğu bunu sağlık için yaptıklarını söyler. Kusura bakmayın ama insan sağlık için, spordan sonra yarım saat aynada götüne bakmaz.Arzulanmak isteğini ayıp buldukları için kendilerine bile itiraf edemezler bunu. Arzulanmak için olmasa bile insanlar tarafından "şu koca götlü yok mu" diye tarif edilmek istemezler.
   Spor salonuna sevimli olmayan seksi erkekler ve kızlar da geliyordu. Fiziklerinin verdiği özgüvenle hiçbirimizi siklemiyorlardı. Biz de onlar gibi olup kimseyi siklememek istiyorduk. Spor aletlerine daha bir yükleniyorduk. 
      Harıl harıl kilo vermeye çalışan sevimlilerle bodrum katta bir spor salonundaydık. Akşam yeraltına çekilip göt küçültüyor gündüz de insanların içine karışıyorduk. Bir yeraltı örgütü gibiydik. Televizyon dizilerinde uğruna kardeşin kardeşi vurduğu kişi olmak istiyorduk. Tek özelliği seksi bir vücuda sahip olmak olan(daha ne olacak amk)gerzek hocalarımız ne derse büyük bir hırsla yapıyorduk hemen.  
   Oturarak kullanılan spor aletlerinde genellikle çok şişmanlar olurdu. Bu kadar şişman olmayı nasıl beceriyorlardı. Şimdiye kadar çok yemek yiyerek şişmanlayan birini görmedim. Hepsi hastaydı aslında, aldığı haplardan ya da genetik ..vs. Bu kadar kiloyla bir "Hapı yutma" durumu var doğru da spor aletinden genetiği düzeltmesini beklemek ne demek oluyor.
     Spor salonu dışındaki hayatımın ana muhabbeti kilo vermek olmuştu. Herkes kilolarımdan rahatsızmış gibi önerilere boğuyorlardı beni. Şişmanların önerilerde bulunması ise can sıkıcı olmasının yanı sıra saçmaydı. Yemek yemek değil sıçmak mutlu ediyordu beni artık. Sıçtıktan sonra klozete bakıp verdiğim kiloyu tahmin ediyordum.
    'Benim bedenim benim kararım' gibi görünsede değildi aslında. Yemek yemeyi seviyorum ama kilo almayı sevmiyorum."Gülü seven dikenine katlanır" diyeceksiniz, saçmalamayın konuya tam uymuyor. İnsan istediği zaman sıçabilmeliydi aslında. İstediğimiz zaman yiyiyoruz da niye sıçamıyoruz. İstediğimiz zaman sevişemiyoruz da mesela( muhabbetimizle alakası yok ama sevişmek her zaman ilginizi çeker) 
    Gömleklerimden tutun da donuma kadar tüm iç-dış elbiselerim beni terk ediyorlardı. Tek sadık dostum çoraplarım kalmıştı. Daracık elbiselerin içinde (tabiki dar olan elbiseler değildi) çöp bidonuna siyah poşet içinde bırakılmış patlamaya hazır bir bomba gibi duruyordum."Kilo almışsın" diyen sevimli şişmanların mutluluğunu gözlerinden okuyabiliyordum. Sanki ben kilo aldıkça onların götü küçülüyordu.
      Rejime başladığım ilk haftaki hevesim olmasa da kararlılığım devam ediyor ve etmek zorunda. Yoksa ben de koca götüyle barışık bir sevimli olarak hayatımı devam ettireceğim.

                                                                                                                                                   PAT

patoyku@gmail.com 

www.facebook.com/pat.oyku





18 Ağustos 2013 Pazar

Davetsiz KPSS'ci

      "Kimin oğluydu bu, hangi kızla sevişecek ve kim buna baba diyecekti."

     
          İçmek istemediğim halde bir tane sütlü nescafe söyledim. Yaklaşık 20 dakikadır sadece bir çay içmiştim ve bu durum garsonun hoşuna gitmiyordu. Tek başıma oturduğum masaya '5 kola 10 tost 2 çay' istesem şaşırmadan getirecek pezevenk. Demez ki "Nasıl yiyip içecek bu kadar şeyi". 'Ne yapsın ekmek parası' diyemiyorum. O ekmeğe para veriyor da ben çaya kolaya gazoz kapağı mı veriyorum. Arkadaşım olacak şerefsiz yine geç kaldı. Her zaman 1 saat geç geldiği için buluşma saatimizi 1 saat erken söylüyordum. Ama ikinci buluşmamızdan sonra durumu anladığı için 2 saat geç geliyordu.
Randevularına geç kalanların çoğu aynı zamanda gece de geç yatarlar.Çünkü böylelerinin genellikle sabah gidecekleri bir işi yoktur. Akşam da yoktur. Genellikle işsizdirler.
Sütlü nescafemin gelişinden 10 dakika sonra arkadaşım geldi. Yanında bir arkadaşı vardı. Davetsiz misafirleri sevmem, davetlileri de sevmem. Merak edenler için söyleyeyim: ikisi de erkekti. Tanıştık.Memnun olduğunu söyledi. Aynı memnuniyeti duymadığım halde 'ben de' dedim. Kılığından kıyafetinden KPSS'ye hazırlandığını anlayabiliyordum. Kirli sakal, kareli gömlek, eski okul anıları ve futbol muhabbeti onu ele veriyordu. Eski dostların yolda karşılaşmalarının faturası bana kesilmişti. Bitmesin diye yavaş yavaş içtiğim kahve de soğumuştu.
          Yabancısı olduğum ve ilgilenmediğim okul anılarını anlatmaya başladılar. Ekmek parasını çıkaran garson şimdi de peynir parasının peşine düşmüştü.Siparişlerini istedi. Arkadaşım hesabı ödemeyeceğini bildiği için sütlü bir nescafe istedi. Memur adayı davetsiz de 'aynısından alıyım' dedi. Garsonun sevinçten eli ayağına dolandı ve elindeki kalemi düşürdü. Ayağımın dibine gelen kalemi kırmak istedim o an.
  Kendi aralarındaki muhabbete beni de dahil etme isteğiyle arkadaşım anıları bana dönerek anlatmaya başladı. İçinde bir sürü tanımadığım isim olan komik bir hikaye anlattı ama içimden gülmek gelmiyordu.
Yaklaşık 10 dakikadır tuvaletin boş olmasını bekleyen arkadaşım içtiği nescafe'yi kafeye geri iade etmek için WC'ye gitti. KPSS'den 85 puan alma hayalleri kuran sikkoyla başbaşa kaldım. Nerden mezun olduğumu, ne iş yaptığımı, nereli olduğumu, eve metroyla mı metrobüsle mi gittiğimi ...vs sordu. Sıkıla sıkıla kendim ile ilgili bilgileri elemanla paylaştım. Ayıp olmasın diye sorduğu soruların aynısını ben de ona sordum(Tabi cevaplarını dinlemeyerek) İlgiye hasret olan davetsiz büyük bir iştahla uzun uzun cevap veriyordu sorulara. Ne anlatırsa anlatsın adam ilgimi çekmiyordu ve hiçbir menfaatime cevap verecek gibi değildi.
Limonlu sodaların eşliğinde sıkılmaya devam ediyordum. Arkadaşımla ikili bir sohbete başladık. Neredeyse 1 saattir kendisiyle ilgilenmiyorduk ama eleman gitmiyordu. Bitirdiği soda şişesinin pipetiyle saçma sapan şekiller yapıyordu. Ne yarrak kürek bir adamdı.Bu pezevenk yarın öbürgün memur olup "bugün git yarın gel" diyecekti. 24 aylık bir buzdolabı taksidine girecek ve 20 yıl sonra daha da sikindirik bir adam olarak emekli olacaktı. Şimdi ona "Bugün git bir daha gelme" demek istiyordum.
  "Siz burda mısınız daha" diye sordu sohbetimizi keserek. Niyetini bilmediğim için ne cevap verirsem daha az yara alarak kurtulurum diye düşündüm. "Sıkıldı herhalde, gidecek" diye tahmin ettiğim için "Evet" edim. Tanesini 5 liradan aldığı 8 tişörtlü poşetini yanımıza bırakarak 15-20 dk sonra geleceğini söyledi. Gitmek bilmiyordu amk. Kimin oğluydu bu, hangi kızla sevişecek ve kim buna baba diyecekti.
Arkadaşımın belasını siktim bu denyoyu başımıza bela ettiği için. Aslında böyle olmadığını KPSS'nin onu bu hale getirdiğini, kendisinin de şaşırdığını söyledi. KPSS ile bu hale geliyorsa buzdolabı taksidiyle kimbilir ne hale gelecekti daha.
Arkadaşım ödemeli olarak kız arkadaşını aradı. Aramak için telefonumu istemediği için takdir ettim bu hareketini. Davetsiz elemanla yaptığı hatayı telefonla telafi etmeye çalışıyordu. Kız arkadaşı aradı ve gelmesi için bir mekan söyledi. Günümü kabusa çeviren arkadaşım şimdi de beni satıp kız arkadaşının yanına gidiyordu. Hesap konusunu hiç gündeme getirmeden kendine iyi bak dileklerini bırakarak gitti. KPSS'ci elemanın poşetiyle sik gibi kaldım masada.

                                                                                                                                                    PAT

patoyku@gmail.com 
www.facebook.com/pat.oyku

17 Ağustos 2013 Cumartesi

Dik Konumuna Getirin

         Sabah 5’e kurdum telefonumun alarmını. Ertesi gün öğleden sonra 4’te çekim olmasına rağmen biletim, en ucuzu o olduğu için, sabahın 5’ine alınmıştı. Az uyuduğum zamanlar bütün günü kötü bir baş ağrısıyla geçiriyorum. Sabah 5’te uyandım. Henüz hiçbir baş ağrısı duymuyordum. Bir taksi bulup havaalanına gitmek için çıktım evden. O saatte metro olmadığı için havaalanına gitmek için taksiye 15 lira bayılacaktım. Aslında kendi cebimden de bir 15-20 lira daha eklesem daha geç bir saatte uçabilirdim diye düşündüm. Sonra sabah sabah yaptığım hesaba bak mına koyim dedim. Meydana geldim. Seyyar kokoreççi ve sarhoş müşterisi, iki taksici ve bir tinerci vardı. Şoförünün Rizeli olduğunu öğreneceğim taksiye bindim. Yollar bomboş olmasına rağmen şöför çok temkinli kullanıyordu arabayı. Kendisini bu dikkatinden dolayı tebrik ettim. Uzun zamandır kimse tarafından tebrik edilmeyen şoför, kendisi kadar dikkatli olmayan meslektaşlarını 10 dakikalık yolda harcadı. Çok ihtiyacı olduğunu düşündüğüm için sürekli adama gaz veriyordum ben de. Biraz sohbetten sonra şöför beni hatırladığını, daha önce de havaalanına getirdiğini söyledi. Ben de hatırlamadığım halde heyecanına ortak olmak adına kendisini hatırladığımı söyledim. Halbuki şimdi binsem arabasına yine tanımam adamı. Yol 13 lira tuttu, 2 lira da sohbetine verdim.
                  Havaalanının en boktan bölümüne, yani girişine geldim. Allahtan çok fazla eşyam ve kemerim yoktu. Birkaç arama noktası vardı. Hangisinde sıraya girersem daha çabuk geçerim diye hesap yaptım. Her zamanki gibi hesabım tutmadı ve en yavaş olanını seçtim. Check-in yaptıktan sonra kapıya gitmek üzere tekrar kontrol noktasına geçtim. Yine en yavaş kuyruğu seçtim. Kuyruğun yanında orta yaşın ütünde, yaşlı denmeyecek ama orta yaş da denmeyecek şişman bir kadın çömelmişti. Umarım verdiğim tariften bir sik anlamışsınızdır. Kadının yanında da hem oğlu hem de kocası olabilecek tipte bir adam... Adama genç bakarsan genç yaşlı bakarsan yaşlı görünüyor. “Nasıl bir adammış amk?” diyeceksiniz. Ne biliyim, ilginç olmasa anlatmam zaten ben de.. Neyse uçağa bindim. Her zamanki gibi cam kenarı tutkunları yine yerlerini almıştı. Koridordaki koltuğuma oturdum. Yanımda oturacak iki kişi henüz gelmemişti. Nasıl kişiler olacak acaba diye düşündüm. Öyle çok heyecan yapmadım sadece bir anlık merak ettim. Baktım kuyrukta yere çömelen kadın ve  yaşlı ve orta yaş karışımı adam milleti devire devire bana doğru geldiler ve kadın cam kenarına, adam ortaya oturdu. Kadın çok kiloluydu ve 150 metrelik yürüyüş onu mahvetmişti. Oturur oturmaz 1 litre su ve bir simit bitirdi. Çantası adamın elindeydi. Adam kadının rızkını elindeki çantada taşıyordu. Kadına karşı çok sevecendi. Bu sebepten karısından ziyade annesi olduğunu tahmin ettim. “Karısına sevecen olamaz mı!” diyeceksiniz. Olur ama ben annesi diye tahmin ettim. Kadın ilk defa uçağa biniyordu, adam onu heyecanlandırmaya çalışıyordu ama kadın su ve simitten sonra iyice şişmişti ve uçak umurunda değildi. Füzeye koysan siklemezdi sanırım.
                  Uçak kalktı. Kitabımı açıp okumaya başladım. Kadın ve adam da aralarında Kürtçe konuşmaya başladılar. Ben de Kürdüm diye konuşmaya dahil olayım dedim ama sonra "boşver adam salça olacak şimdi" dedim. Kadın hapşırdı. Bende alerji olduğu için genellikle yanımda selpak taşırım. Kadına bir tane selpak uzattım. Adam teşekkür etti, ben de rica ettim. Türkçe konuşmuştuk. Neden Kürtçe konuşmadım diye düşündüm ama tekrar konuşmaya üşendim ve elimdeki kitap sarmıştı. Sonra diğer tarafımdaki adam hapşırdı. Ona da bir selpak verdim. Teşekkür etti, rica ettim. Yaptığım iyiliklerle uçağın orta sıralarının gözdesi olmuştum. 

                  “Birazdan servis başlayacak, koltuklarınızı dik konuma getirin” anonsu geldi. Kek, simit ve meşrubat servisi başladı. Sabah hiçbir şey yiyememiştim. Sıra bana geldi. “Kek mi simit mi?” sorusu geldi. Tercihi her zaman simitten yana kullanan ben bu sefer kekten yana kullandım. Koca mı kardeş mi olduğuna karar veremediğim adam da benden etkilendi galiba, o da kek dedi. 15 dakika önce 1 litre su ve bir simidi mideye indiren kadın hiçbir şey istemediğini belli eden sesler çıkardı. Hostes bizim sırayı geçtikten sonra bir şey istemediğini söyleyen kadın kararından vazgeçerek tekrar simit istedi. Bu kararsızlık hostesin canını sıktı. Hostes suratında zoraki bir gülümsemeyle içinde hayvan gibi doğranmış kaşar peyniri bulunan simidi kadına gönderdi. Havada güler yüzle kek ve meşrubat dağıtan hostesin karada hava atması her zaman tuhafıma gitmiştir. Pilotun havasına eyvallah, uçağı indirsin de pilot ne yaparsa yapsın. Ama hostes, meşrubat içmesem de olur 1 saat. Bir de çirkin hosteslerden şikayet eden adamlar vardır. Sanki güzel olsa sikecekmiş gibi davranırlar. Konuyu dağıtmıyım diyecem ama dağıtsam ne olur. Kısa bir hikayeydi zaten.

                                                                                                                                                     PAT
patoyku@gmail.com 
www.facebook.com/pat.oyku