16 Ekim 2014 Perşembe

KİRASINI ÖDEMEYEN KARAGÖZ

“ Tarihte göt kadar çay ocağına Otuz lira hesap ödeyen tek adamımdır. “

Çay ocağında bizi bekliyordu. Yanında bir kız ve erkek arkadaşı da vardı. Arkadaşım Kerem beni Hasan’la tanıştırdı. Hasan kukla sanatıyla ilgileniyordu. Televizyon programına çekecektim onu.  Birer çay isteyip üstüne atılan çarpılardan rengi değişmiş olan adisyona ortak olduk.

Sohbet etmeye başladık. Hasan’ın yanındaki arkadaşlarıyla da tanıştık. Aynı okuldanlarmış. Kız Samsunlu erkek Antepliymiş. İkisinin de ailesi memlekette okulları ise İstanbul dışındaymış. Bu ve buna benzer bir dizi daha gereksiz bilgiye ulaştım. Halbuki tek merak ettiğim şey sevgili olup olmadıklarıydı. Niye merak ediyorsun diyebilirsiniz. Bilmiyorum ama bunu herkes merak eder. Seviştiklerini düşünmek haz mı veriyor bize ne?

Hasan sevişen arkadaşlarının anti-tezi gibiydi. Üzerindeki eski elbiseler ve kirli uzun saç sakalı olumlu mesajlar vermiyordu çevresine.

-                    “Ben aslında Kerem rica etmese Televizyona çıkmayı kabul etmezdim. Sevmiyorum böyle şeyleri.” dedi Hasan.
-                    “Sağolasın, eyvallah. Biz de kabul etmene çok sevindik. Kerem çok bahsetti senden” dedim.
-                    “Başkaları gibi şov yapmayı sevmiyorum. Başkaları çok seviyor sanatçılık oynamayı. Ben de onlara diyorum ki tamam siz sanatçı olun ben zanaatkar olayım.”
-                    “Çok güzel diyorsun abi, herkes çok yalan, senin gibi sanatçı duyarlılığı olan insanlar az” diyerek röportajımı garantiye aldım.
-                    “ Çoğu kukla derneğine üye bile değildir. Ben iki yıldır derneğin yönetim kurulundayım. Kukla sanatı sanatların en büyüğüdür.”

Adamın önünü alamıyordum. Söylediklerini duymuyordu sanki.
Kuklalar canlanıp yaşasalar bile sanatların en büyüğü demek için insan bir durup düşünür. Ama Hasan tereddütsüz bir biçimde en iyisi olduklarını kuklacılara müjdeliyordu.

            Hasan kuklanın tarihçesini ve sanata bakışını anlatmaya başladı. Kerem telefonla konuşuyor, Hasan’ın arkadaşları da kendi aralarında cilveleşiyordu. Beni Hasan’ın karşısında yalnız ve savunmasız bırakmışlardı. Acımadan kukla derneğinin faaliyetlerini anlatıyordu.

-                    “ Abicim sohbetine doyum olmuyor bence röportaja da bir şeyler bırak”
-                    “ Sen röportajı merak etme, kuklayla ilgili sabaha kadar konuşabilirim”
-                    “Çok güzel, herkes senin gibi donanımlı olmuyor, çoğunlukla zor oluyor çekimler”
-                     
Adisyonu alıp hesabı ödedim. Ödedikten sonra Hasan “Niye ödedin?” diye ucuz kahramanlığa soyundu. Tarihte göt kadar çay ocağına 30 lira hesap ödeyen tek adamımdır. Adisyonu bir haftadır cebinde taşıyordu herhalde.

Hasan’ın atölyesine doğru yürüyorduk. Kerem “Ben gideyim, röportajdan sonra ararsın ” diyerek beni Hasan’a teslim etti. Hasan’ın arkadaşlarıyla birlikte evine doğru devam ediyorduk. Hasan kendisini ciddiye alan birini bulmanın sevinciyle durmadan bana kukla sanatını anlatıyordu. Konuşmasını dinlemiyordum artık. Trafiğe kalmadan nasıl eve dönerimin hesaplarını yapıyordum.

Eve vardık. Eski bir ahşap evdi. Evin ahı da vahı da gitmişti. Dışına “yaklaşmayınız, yıkılma tehlikesi” tabelasını asabilirdiniz. Üst katın penceresi açıktı. “Penceren açık kalmış, hırsız girmesin” dedim. Söylediğim lafta ciddi miyim diye bir bakış attı bana Hasan. Hırsızın bu evden para kazanabileceğini düşünmesi için aynı zamanda deli olması gerekir. Hasan’ın arkadaşları “ Biz markete gidiyoruz bir şey istiyor musunuz?” diye sordular. “Gelirken üzüm alın” dedi Hasan.

            Evin içindeydik. Çok dağınıktı etraf. Atölyeye geçtik. Yontma alet edevatları, yapıştırıcılar, bitirilmemiş kukla kafaları, izmaritler, asiti kaçalı en az 40 gün olmuş bir kola şişesi …vs. Olumlu anlamda söyleyebileceğim tek şey odanın penceresiydi. Çok güzel güneş ışığı alıyordu ve güzel bir bahçeye bakıyordu.

-                    “Çekime başlamadan önce çay içmek ister misin?”
-                    “Sağol, zahmet etme. Benim de işim var daha zaman kaybetmeyelim.”
-                    “Ne zahmeti ya. İçeriz birer bardak”

Ketıla su koyup kirli iki çay bardağını yıkamaya gitti. Kameramı kurup Hasan’ı beklemeye başladım. Hasan elinde iki çay bardağıyla geldi.

-                    “İstersen çayını da yanına al, masaya bırak, röportaja başlayalım. Çayın ekranda görünmesi problem değil”

dediğimi yaptı. Ben de bardağımı uzanamayacağım bir yere bıraktım. “Bardağını oraya bırakma, çekim yaparken uzanamazsın oraya” dedi Hasan. Bardağımı yanıma aldım. Ne çaymış amk. Daha yeni çay ocağında 12 tane çay parası ödedim.

            Kamera başında uyumamak için zor tutuyordum kendimi. Anlattıklarından hiç bir şey anlamıyordum. Kukla sanatının ilkçağdan günümüze kadar gelen tarihçesini ve yüksek felsefesini anlatıyordu. Sorduğum sorularla alakasız, kendi bildiği şeyleri söylüyordu.

            Röportajın ortasında kayıt devam ederken kalkıp kendine bir çay daha doldurdu. “ Çayını içmemişsin bak. Soğumuştur, ver yeni bir tane doldurayım” dedi. Dediğini yaptı. Yerine oturup “Nerde kalmıştık” diye devam etti. “ne bileyim yer mi bıraktın amk.” demedim. “Önemli değil başka soruyla devam edelim” dedim.

Röportaj devam ederken kapı çaldı. Hasan hemen sustu. Yüzünde tedirginlik vardı. Bana sus işareti yaptı. Kapı birkaç defa daha çaldı. Sonra da durdu. Hasan kısık sesle konuşmaya başladı.

-                    “ Ev sahibidir. Birkaç aydır kirayı ödeyemiyorum. Sanatımı paraya satmıyorum ya ondan geliyor bunlar başıma. TRT 5 tane kukla istedi benden tanesi beş bin lira’dan, kabul etmedim.”
-                    “ Niye etmedin. Fena para değil aslında”
-                    “Ben sanatımı, estetiğimi o kadar ucuza satmam. Başka tırnak içinde sanatçılar satabilir ama ben satmam. Onlar sanatçı ben zanaatkar olayım.”
-                    “TRT’ye yaptığın artistliği ev sahibine de yap o zaman amk” demedim.

Röportaja kaldığımız yerden devam ettik. Tam kukla sanatçılığının ülkedeki sorunlarından bahsederken kapı küçük küçük dört defa tıkırdadı. Hasan hemen kalkıp kapıyı açtı. Dört defa çalınan kapı bir şifreymiş aslında.

            Röportaja devam ederken Hasan’ın arkadaşı üzümleri yıkayıp odaya yanıma bıraktı ve diğer odaya kız arkadaşının yanına gitti. Sık sık bölünen röportaj gelen üzümlerle birlikte yine tehlike altındaydı. Hasan’ın gözü sürekli üzümlere kayıyordu. Zaten ne söylediğini bilmiyordu, üzümlerle birlikte iyice saçmalamaya başladı. Kendisine daha fazla işkence etmemek adına kayıttan çıktım ve biraz mola verelim dedim.

            Büyük bir iştahla üzümleri yiyiyordu.

-                    “ Bak çayını yine içmemişsin. Dur tazeliyim”
-                    “Ya boşver çayı canım istemiyor zaten”
-                    “ Olur mu ya. Sonra bir çay yapmadı dersin”
-                    “Allah belamı versin ki demem” demedim.

Çayım geldi.

-                    “İnsanların beni olduğum gibi kabul etmesini istiyorum. Onların istediği formlarda yaşayamam.”
-                    “Tabi sen pislik formunda yaşamak istiyorsun” demedim.
-                    “Otobüste yanlarına oturduğum zaman bana garip garip bakıp kalkıyorlar yanımdan. Ama umursamıyorum tabi”
-                    “Ar damarın çatlamış amk.” demek yerine “ Boşver abi onların ayıbı bu.” Dedim.

Biz ne idüğü belirsiz sohbetimize devam ederken yan odada cilveleşme sesleri geliyordu. Onların ki de odaydı bizim ki de. Alın yazımda yan odada olmak değil de üzüm manyağı bir kukla sanatçısıyla (pardon zanaatkar) olmak varmış.

Röportajımız bitmişti. Programda kullanmak için kendisinden biraz kukla oynatmasını istedim. Dolabın arka taraflarından Hacivat ve Karagöz kuklası getirdi. Başladı oynatmaya.

Hacıvat:Aman Karagözüm akşamı şeriflerin hayır olsun
Karagöz:Senin de sülaleni sansarlar boğsun (vurur)
Hacıvat:Aman Karagözüm ben sana iltifat ediyorum sen ise bana vuruyorsun yazıklar olsun sana yazık
Karagöz:Hoş geldin kazık oğlu kazık (vurur)

İki saattir kukla sanatı, antikçağ, ortaoyunu diye kafa siken adamın düştüğü hale bakın. Sesini de saçma sapan bildik seslere büründürerek yapıyordu bu saçmalığı. Zaten oldum olası sevmedim bu karagöz mizahını. Komik olmaya çalışan Suheyl-Behzat kardeşler kadar saçma geliyordu bana.

Biz bu saçmalıklarla uğraşırken yan odadan gelen sesler kesilmişti. Orda nelere olduğunu tahmin bile etmek istemiyordum. Kukla sanatçısı elinde iki sopa ile ‘şakalar’ yapmaya devam ediyordu.

            Çekimi bitirdim.

-                    “Ben kaçıyım abicim, sağolasın, çok güzel bir çekim oldu.”
-                    “Valla umarım güzel olmuştur. Gerçi bugün çok havamda değildim. Kerem rica etti diye”
-                    “Olurmu canım gayet iyi oldu. Arkadaşlar içerde meşguller herhalde onlara da selam söylersin.”
-                    “Aleykümselam. Keşke otursaydın. Ne çay içtin ne üzüm yedin. Ağırlayamadık seni.”
-                    “Kafamı siktin yeter bu bana” demedim “Tanıştık. Gelirim daha. Sağolasın” dedim.

                             16 Ekim 2014          PAT
patoyku@gmail.com 

www.facebook.com/pat.oyku