“ Odamız yüksek tavanlıydı. duvarlarda eski
kilimler asılıydı. Halı ve kilim sevdamız sınır tanımıyordu. Yere serdiğimiz
kilimleri yere sığmaz olunca duvarlara seriyorduk. “
“Bu klima dün çalışmıyordu” dedi Haydar
“Hadi ya, niye söylemediniz abe” dedi otel personeli
“Sıcaktan öldük, nasıl çalışıyor bu”
“Abe bozuk o çalışmıyor”
“E ne yapacaz peki”
“ Valla abe çalışmıyor”
“???????”
“Başka bir arzunuz abe”
“Yok”
Personel iyi akşamlar dileyip gitti.
“Sanki bir arzumuzu gerçekleştirebildi de başka arzunuz
diyor” dedi Haydar alayla karışık bir sinirle.
Haydar sinirlenmekte haklıydı. İnternetteki şaşalı
fotoğraflarından eser yoktu otelde. Tarihi bir handa kalıyorduk ve hizmetleri
çok kötüydü. Bir aile işletmesiydi ve akşamları 15-16 yaşlarındaki İsmet’i
bırakıyorlardı otelde müşterilerin arzularını gerçekleştirmesi için.
Odamız yüksek tavanlıydı. duvarlarda eski kilimler
asılıydı. Halı ve kilim sevdamız sınır tanımıyordu. Yere serdiğimiz kilimleri
yere sığmaz olunca duvarlara seriyorduk.
Haydar ile Kürtçe yayın yapan bir TV kanalı için Urfa
belgeseli çekmeye gelmiştik. Otelle kötü bir başlangıç yapmıştık Urfa’ya.
Sabah kahvaltı için uyandığımızda kabus devam ediyordu.
Hayatımda yaptığım en kötü kahvaltıyı yaptım. Birkaç berbat domates, salatalık
parçasının yanında biraz peynir vardı. Ekmek yoktu. İsmet’i ekmek alması için
fırına göndermişlerdi. Ekmek gelene kadar çayımız soğudu.
Otel’in hemen yanında sıra gecelerinin yapıldığı bir
konukevi vardı. Urfa’da konukevleri meşhurdur. Konukevlerinde sıra geceleri,
çiğ köfte falan yapıyorlar. Mahalli şarkıcıların mabedleri.
Konukevinde Türkiye’nin ilk yerel televizyonunu açan adam
karşıladı bizi(bize öyle dediler. O kurdu dediler. O kraldır dediler.)
Tanımlamasından uzak bir görüntü sergiliyordu King of TV. TV’ye kartvizit
reklamı bile alamıyordu sanki. Kendisine Kürtçe röportaj yapabileceğimiz
birilerini aradığımızı söyledik. “Benim Kürtçem iyi değil” deyip yan masada
oturan çiğköfte şampiyonuna attı topu.
Çiğköfteci bizi çok umursamıyor gibi görünmeye
çalışıyordu. İnternetten daha önce katıldığı yerel TV’lerdeki görüntülerini
izletti bize. Çiğ köfte ile ilgili bir çekim yapabilirdik aslında. Kendisine
röportaj isteğimizi söylediğimizde “olur ama yarın gelin, dişlerimi yaptıracam”
diyerek dişsiz ağzını gösterdi.
“ Benden iyisini bulamazsınız çiğköftede. Türkiye
ikinciliğim var. İnternetten bakın çıkıyor hemen ikinciliğim”
“Adın ne abi, internette aratayım”
“Türkiye çiğköfte ikincisi yaz çıkıyor zaten”
Adını söylemiyordu. Bir adı yoktu artık. O Türkiye
Çiğköfte İkincisi’ydi. Her bokun yarışması vardı. Her bokun da bir şampiyonu. En
iyileri seviyoruz. En iyi olmayı seviyoruz. İyilerin Allah belasını versin!
yaşasın en iyiler.
Başka bir konukevine konuk olduk. Konukevinin assolisti
ile bir röportaj aldık. Birisi sorsa “kısa,şişman ” diye tarif edeceğiniz
birisiydi.Beyaz kumaş pantolon ve kırmızı gömlekle sahneyi değil de
Türkiye-Hollanda maçını bekliyor gibiydi.
Kulisi yarı bodrum bir yerdeydi. Tarihi bir konaktı.
Solistimiz mütahit masası gibi bir masada oturuyordu. Arkasında yanıp sönen
ışıklar ve hemen yanındaki duvarda Konan kılıcı vardı. Duvarda da arapça
yazıların olduğu iki küçük çerçeve asılıydı. İdda oynayan solisti rahatsız
ederek
“Duvardaki arapça yazılar ne anlama geliyor abi” dedim
“ Gel seninle bir iddaya girelim. Bu çerçevelerin yanına
geç. Sana ateş edeceğem. Eğer kurşun sana değerse sen de biye ateş et”
“Kurşun değerse ölmez miyim abi, nasıl ateş edecem sonra”
“Değmeyecek işte, bu kağıtlar kimin yanında olsa ona
kurşun değmez”
“Deneyen oldu mu?
“Oldu tabi olmaz mı!”
At yalanı sik inananıya bağladı muhabbet.
“İstanbul’dan mı geliyorsunuz?”
“Evet”
“Ben de İstanbul’daydım. Fatih’te. İbo’yla(Tatlıses)
olayımızdan sonra buraya geldim”
“Ne olayı”
“İbo’yu vurduk ya”
“Siz mi vurdunuz İbo’yu?”
“Bu son vurulma değil, ondan önceki. İbo benim öz
dayımdır.”
“Niye vurdun öz dayını abi”
“Terbiyesizlığ yaptı. Terbiyesizlığ yapınca büyüklerimiz
vurun dedi. Ee büyüklere karşı mı gelecağız”
“Büyükler”in amk. Bir tanesi de okuyun, bilimadamı olun
desin. Adam vurun, namus temizleyin, ayağınızı uzatmayın, çiğköfte yapın…
Telefonum çaldı, arayan Beşir Amca’ydı. (Aramızdaki
konuşma Kürtçe)
“Nerdesiniz”
“Balıklıgöl’ün orda”
“Tamam da neresinde?”
“Valla bir tane tekne var(Teknenin kürtçesi aklıma
gelmedi)”
“Tekne değil, ‘şikef’(kürtçe). Bu Kürtçe ile mi program
yapıyorsunuz”
“Kemkümkemküm”
Tamam nerdesiniz?
“Tekne”
“Bak hala tekne diyor”
“Ebenin amı” demedim.” Valla göl var, kalenin
yakınındayız.”
“Doğusunda mı, batısında mı, kuzeyinde mi, güneyinde
mi?....”
“Eşhedüinlailaheillallahveeşhedüenne….”
Neyse ki sonunda buluşabildik. Sikici bir güneş gözlüğü
vardı. 55-60 yaşında vardı. Her iki gözü de yüzde doksan görmüyordu ama
Urfa’nın her tarafını ezberlemişti herhalde ki canavar yürüyordu. Urfa’daki
lakabı Komutan’dı.Beşir Amca’nın telefonunu Diyarbakır’daki arkadaşımdan
almıştım.
“Kim önerdi beni sana” dedi.
“Azad Ateş arkadaş”
“ O sahtekar mı! Geçen defa geldi bizi çekti bize bir DVD
sözü vardı göndermedi”
“Ayıp etmiş abi, gönderecem dediyse göndermesi lazımdı”
diyerek dostumu tereddüt etmeden sattım. Komutan’ın
şakası yoktu. Arkadaşım Haydar ile de tanıştı. Nereli olduğumuzu sordu.
“ Ben Mardin, arkadaş Dersim”
“Merhaba, nasılsın, memnun oldum” dedi Haydar’a Kürtçe
“Kurmanci bilmiyor Zazaca onun dili” dedim.
Öyle dememle Zazaca konuşmaya başladı Komutan. Kürtçe’nin
her lehçesini biliyordu. Haydar’a bir sürü fırça kaydı. Haydar’ın yediği ilk
fırçalar değildi bunlar. Gittiğimiz diğer illerde de benzer eleştirileri
almıştı dil bilmediği için. Hatta en sonunda bana
- “ Dersimli deme amk. millete Balıkesirli de” dedi
Haydar.
Belamızı sikmeye kararlıydı Komutan. Neyse ki zor bela
ikna edip röportajımızı aldık ve kurtulduk ondan.
Çok acıkmıştık ama et dışında bir şey bulamıyorduk ve et
yemekten bıkmıştık.(Yeşilçam, zenginleri kötü göstermek için evin şımarık
kızına “Yine mi bonfile, bıktım her gün bonfile yemekten” diye bir replik
kullandırtmıştı. Küçükken bir insan et yemekten nasıl bıkar anlayamıyorduk. Et
yemekten hala bıkmayan insanlara sevgilerimi gönderiyorum) Sulu yemek
yiyebileceğimiz bir yer yoktu. Urfa’ya gelmeden önce de Diyarbakır’daydık. Orda
da üç gün boyunca ciğer yemiştik. Çorba dahi bulamıyorduk. Urfa, Diyarbakır’dan
daha beterdi. Haydar “Çorba var mı?” diye sorduğunda garson “Papaz Yahnisi“
istemişiz gibi şaşırdı, sonra da “Çorbayı ne yapacaksınız abe, kebap yiyin”
dedi. Getir amk. getir. Urfa ve Diyarbakır’da bulunduğumuz sure içerisinde üç
koyun yemişizdir.
Urfa’da sulu yemekler yapan bir yer açarsanız ya zengin
olursunuz ya da batarsınız.
Akşam otele dönerken çiğköftecinin mekanına bir uğrayalım
dedik. Otelimizin dibindeydi yerleri hemen. Saat geç olmuştu. Çiğköfteci yoktu
ama ilk yerel tv’yi açan amca oradaydı. Bizi görünce
“ Nerdesiniz ya, ben de sizi arıyordum. Size muhabir bir
arkadaşın telefonunu verecem, o size röportaj yapacak bir sürü kişi bulur”
dedi.
Dört ayak üstüne düşmüştük. Hemen orda Kemal’i aradık ve
yarın sabah otelde buluşmak üzere sözleştik.
Oteldeydik. Haydar internetsiz yapamıyordu ve kendi
internet kotası dolmuştu. Otelin internetine bağlanamıyorduk odamızdan,
çekmiyordu. Haydar, İsmet’i çağırdı.
“ İnternet çekmiyor abicim”
“Hadi ya! Neden daha once söylemedin abe?”
“Tamam, şimdi söyledim işte”
“Valla abe çekmesi lazım”
“Çekmiyor”
“Valla abe bilmiyorum”
“Ne yapabiliriz”
“Valla bir şey yapamayız abe”
“??????”
“?!:)??!:(“
“Tamam tamam”
“Başka bir arzunuz abe?”
Sabah yine berbat bir kahvaltıdan sonra Kemal’i beklemeye
başladım. O sırada Türkiye çiğköfte ikincisi de kahvaltı için otele geldi.
“ Ne yapıyorsun abi, bugün seninle röportaj yapalım mı?”
“Valla ben bugün Ceylanpınar’da sünnet düğününde çiğköfte
yapacam.”
“Hadi ya, kaçta gelirsin?”
“Geç gelirim. Parası da iyi. Önce üç yüz TL önerdiler
kabul etmedim. Dedim Türkiye ikincisiyim ben, insaf”
Haklıydı. Günlük üç yüz TL’ye çalışan şampiyon mu olur.
Kemal de geldi. Kemal kısa ve şişman değildi. Pantolonuna
bir tane telsiz tutturmuştu. Cızırtılar eşiliğinde polis, ambulans sesleri
geliyordu.
“ Bu ne polis misin?
“Yok abi.112. Acil haberlere gidiyoruz”
Telsizi pantolonuna tutturmak zorunda değildi. Kendisine
verdiği polis havasını seviyordu. Yerel muhabirlik üzerine biraz sohbet ettik.
Sürekli uçuk rakamlardan bahsediyordu.
“ AKP’li milletvekili adayı bir ay haberlerimi, reklamımı
yap dedi, kabul etmedim”
“Niye?”
“Az para veriyordu. Ben aylık elli bin istedim, O otuz
bin önerdi”
“Otuz bin de güzel para abi”
“Yok ya! Urfa exprese yüz bin teklif eden adamlar bana
elli bini çok görüyorlar”
Söylediği rakamlar ve anlattığı hikayelerle şekli şemali uyuşmuyordu.
Bu kadar yüksek paralar kazanan bir adam ne diye gelip burda bizimle uğraşsındı
bir de.
“ Önümüzdeki ay Maraş’ta bir TV açıyorum. Her belediyeden
ayda beş bin alsam ayda altmış bin TL para kazanıyorum”
“Süper paraymış. TV değil darphane açıyorsun sen”
Kemal bir telefon görüşmesinden sonra;
“ Haydi arkadaşlar yazarlar sendikasının kahvaltısına
davetliyiz”
“Kahvaltı yaptık abi, bence işimize bakalım”
“Tamam işte hem kahvaltı yapar hem de röportaj alırız”
Yolda giderken görüşeceğimiz yazarlarla ilgili bize bilgi
veriyordu.
“ Bunların hepsi timsah abi. Eski adamlar, eski kafalar
yani”
“Dinozor demek istedin herhalde”
“He dinazor”
Röportaj yapacağımız amca bizi görünce diğer yazar
arkadaşlarından ayrılıp bizi ayrı bir masaya davet etti. Tanıştık. Bize çay
ısmarladı. Kemal’in bahsettiği kahvaltı daveti sadece bir çaymış. Kemal bu
arada yazar amcayla bir şeyler konuşuyordu.
“ Bizim sitemizde neden yazmıyorsunuz Üstadım” dedi Kemal
“Başka sitelere yazdığım yazıları alıp sayfanda
kullanabilirsin”
“Süper olur Üstadım. Sizin gibi bir duayenin bizim
site….”
“Tamam tamam problem yok, kullanabilirsin”
Yazar amca da çözmüştü Kemal’i. Amca ile röportaj aldık
ve ayrıldık. Ayrılırken Amca “Keşke ofisimi de çekseydiniz, aldığım plaketler
falan da vardı hem” Kemal söze girerek” Üstadım siz gidin biz gelecez, bizim
programımız yoğun, şeref duyarız ofisnizi çek….” Yazar amca sözünü keserek
“Tamam gelirseniz ben ofisteyim” dedi. Amcadan ayrıldıktan sonra Kemal’e “
Ofisi nerde amcanın” diye sorunca “Siktir et dinazoru” dedi.
Kemal sayesinde programımızı bitirdik. Dinlenmek için bir
çayocağına oturduk.
“ Arkadaşlar ben birazdan Akçakale’ye gitmeliyim, kusura
bakmayın” dedi Kemal.
“Otur birlikte yemek yiyelim. Gidersin acele etme.”
“Acil olmasa kalırdım, bir alacağım var. İki yüz yetmiş
bin TL”
“OOO! İyi paraymış.”
“Gidip onu tahsil etmem lazım”
“Git tabi, durduğun kabahat”
“ Neyle gidiyorsun, bırakalım mı seni”
“Yok abi ya, otobüs kartım var”
“?”
Program bitmişti. Rahattık artık. Sırada başka iller
bekliyordu. Otelde güzel bir duş ve uyku iyi gelecekti. Eğer sıcak suyumuz
olsaydı.
“ Sıcak su gelmiyor”
“Hadi ya gelmesi lazımdı abe ya”
Peygamberler şehri Urfa.
15 Haziran
2015 PAT