15 Haziran 2015 Pazartesi

KEBAP SEVEN PEYGAMBER

“ Odamız yüksek tavanlıydı. duvarlarda eski kilimler asılıydı. Halı ve kilim sevdamız sınır tanımıyordu. Yere serdiğimiz kilimleri yere sığmaz olunca duvarlara seriyorduk. “


“Bu klima dün çalışmıyordu” dedi Haydar
“Hadi ya, niye söylemediniz abe” dedi otel personeli
“Sıcaktan öldük, nasıl çalışıyor bu”
“Abe bozuk o çalışmıyor”
“E ne yapacaz peki”
“ Valla abe çalışmıyor”
“???????”
“Başka bir arzunuz abe”
“Yok”

Personel iyi akşamlar dileyip gitti.

“Sanki bir arzumuzu gerçekleştirebildi de başka arzunuz diyor” dedi Haydar alayla karışık bir sinirle.

Haydar sinirlenmekte haklıydı. İnternetteki şaşalı fotoğraflarından eser yoktu otelde. Tarihi bir handa kalıyorduk ve hizmetleri çok kötüydü. Bir aile işletmesiydi ve akşamları 15-16 yaşlarındaki İsmet’i bırakıyorlardı otelde müşterilerin arzularını gerçekleştirmesi için.

Odamız yüksek tavanlıydı. duvarlarda eski kilimler asılıydı. Halı ve kilim sevdamız sınır tanımıyordu. Yere serdiğimiz kilimleri yere sığmaz olunca duvarlara seriyorduk.

Haydar ile Kürtçe yayın yapan bir TV kanalı için Urfa belgeseli çekmeye gelmiştik. Otelle kötü bir başlangıç yapmıştık Urfa’ya.

Sabah kahvaltı için uyandığımızda kabus devam ediyordu. Hayatımda yaptığım en kötü kahvaltıyı yaptım. Birkaç berbat domates, salatalık parçasının yanında biraz peynir vardı. Ekmek yoktu. İsmet’i ekmek alması için fırına göndermişlerdi. Ekmek gelene kadar çayımız soğudu.

Otel’in hemen yanında sıra gecelerinin yapıldığı bir konukevi vardı. Urfa’da konukevleri meşhurdur. Konukevlerinde sıra geceleri, çiğ köfte falan yapıyorlar. Mahalli şarkıcıların mabedleri.

Konukevinde Türkiye’nin ilk yerel televizyonunu açan adam karşıladı bizi(bize öyle dediler. O kurdu dediler. O kraldır dediler.) Tanımlamasından uzak bir görüntü sergiliyordu King of TV. TV’ye kartvizit reklamı bile alamıyordu sanki. Kendisine Kürtçe röportaj yapabileceğimiz birilerini aradığımızı söyledik. “Benim Kürtçem iyi değil” deyip yan masada oturan çiğköfte şampiyonuna attı topu.

Çiğköfteci bizi çok umursamıyor gibi görünmeye çalışıyordu. İnternetten daha önce katıldığı yerel TV’lerdeki görüntülerini izletti bize. Çiğ köfte ile ilgili bir çekim yapabilirdik aslında. Kendisine röportaj isteğimizi söylediğimizde “olur ama yarın gelin, dişlerimi yaptıracam” diyerek dişsiz ağzını gösterdi.

“ Benden iyisini bulamazsınız çiğköftede. Türkiye ikinciliğim var. İnternetten bakın çıkıyor hemen ikinciliğim”
“Adın ne abi, internette aratayım”
“Türkiye çiğköfte ikincisi yaz çıkıyor zaten”

Adını söylemiyordu. Bir adı yoktu artık. O Türkiye Çiğköfte İkincisi’ydi. Her bokun yarışması vardı. Her bokun da bir şampiyonu. En iyileri seviyoruz. En iyi olmayı seviyoruz. İyilerin Allah belasını versin! yaşasın en iyiler.

Başka bir konukevine konuk olduk. Konukevinin assolisti ile bir röportaj aldık. Birisi sorsa “kısa,şişman ” diye tarif edeceğiniz birisiydi.Beyaz kumaş pantolon ve kırmızı gömlekle sahneyi değil de Türkiye-Hollanda maçını bekliyor gibiydi.

Kulisi yarı bodrum bir yerdeydi. Tarihi bir konaktı. Solistimiz mütahit masası gibi bir masada oturuyordu. Arkasında yanıp sönen ışıklar ve hemen yanındaki duvarda Konan kılıcı vardı. Duvarda da arapça yazıların olduğu iki küçük çerçeve asılıydı. İdda oynayan solisti rahatsız ederek

“Duvardaki arapça yazılar ne anlama geliyor abi” dedim
“ Gel seninle bir iddaya girelim. Bu çerçevelerin yanına geç. Sana ateş edeceğem. Eğer kurşun sana değerse sen de biye ateş et”
“Kurşun değerse ölmez miyim abi, nasıl ateş edecem sonra”
“Değmeyecek işte, bu kağıtlar kimin yanında olsa ona kurşun değmez”
“Deneyen oldu mu?
“Oldu tabi olmaz mı!”

At yalanı sik inananıya bağladı muhabbet.

“İstanbul’dan mı geliyorsunuz?”
“Evet”
“Ben de İstanbul’daydım. Fatih’te. İbo’yla(Tatlıses) olayımızdan sonra buraya geldim”
“Ne olayı”
“İbo’yu vurduk ya”
“Siz mi vurdunuz İbo’yu?”
“Bu son vurulma değil, ondan önceki. İbo benim öz dayımdır.”
“Niye vurdun öz dayını abi”
“Terbiyesizlığ yaptı. Terbiyesizlığ yapınca büyüklerimiz vurun dedi. Ee büyüklere karşı mı gelecağız”

“Büyükler”in amk. Bir tanesi de okuyun, bilimadamı olun desin. Adam vurun, namus temizleyin, ayağınızı uzatmayın, çiğköfte yapın…

Telefonum çaldı, arayan Beşir Amca’ydı. (Aramızdaki konuşma Kürtçe)

“Nerdesiniz”
“Balıklıgöl’ün orda”
“Tamam da neresinde?”
“Valla bir tane tekne var(Teknenin kürtçesi aklıma gelmedi)”
“Tekne değil, ‘şikef’(kürtçe). Bu Kürtçe ile mi program yapıyorsunuz”
“Kemkümkemküm”
Tamam nerdesiniz?
“Tekne”
“Bak hala tekne diyor”
“Ebenin amı” demedim.” Valla göl var, kalenin yakınındayız.”
“Doğusunda mı, batısında mı, kuzeyinde mi, güneyinde mi?....”
“Eşhedüinlailaheillallahveeşhedüenne….”

Neyse ki sonunda buluşabildik. Sikici bir güneş gözlüğü vardı. 55-60 yaşında vardı. Her iki gözü de yüzde doksan görmüyordu ama Urfa’nın her tarafını ezberlemişti herhalde ki canavar yürüyordu. Urfa’daki lakabı Komutan’dı.Beşir Amca’nın telefonunu Diyarbakır’daki arkadaşımdan almıştım.

“Kim önerdi beni sana” dedi.
“Azad Ateş arkadaş”
“ O sahtekar mı! Geçen defa geldi bizi çekti bize bir DVD sözü vardı göndermedi”
“Ayıp etmiş abi, gönderecem dediyse göndermesi lazımdı”

diyerek dostumu tereddüt etmeden sattım. Komutan’ın şakası yoktu. Arkadaşım Haydar ile de tanıştı. Nereli olduğumuzu sordu.

“ Ben Mardin, arkadaş Dersim”
“Merhaba, nasılsın, memnun oldum” dedi Haydar’a Kürtçe
“Kurmanci bilmiyor Zazaca onun dili” dedim.

Öyle dememle Zazaca konuşmaya başladı Komutan. Kürtçe’nin her lehçesini biliyordu. Haydar’a bir sürü fırça kaydı. Haydar’ın yediği ilk fırçalar değildi bunlar. Gittiğimiz diğer illerde de benzer eleştirileri almıştı dil bilmediği için. Hatta en sonunda bana

- “ Dersimli deme amk. millete Balıkesirli de” dedi Haydar.

Belamızı sikmeye kararlıydı Komutan. Neyse ki zor bela ikna edip röportajımızı aldık ve kurtulduk ondan.

Çok acıkmıştık ama et dışında bir şey bulamıyorduk ve et yemekten bıkmıştık.(Yeşilçam, zenginleri kötü göstermek için evin şımarık kızına “Yine mi bonfile, bıktım her gün bonfile yemekten” diye bir replik kullandırtmıştı. Küçükken bir insan et yemekten nasıl bıkar anlayamıyorduk. Et yemekten hala bıkmayan insanlara sevgilerimi gönderiyorum) Sulu yemek yiyebileceğimiz bir yer yoktu. Urfa’ya gelmeden önce de Diyarbakır’daydık. Orda da üç gün boyunca ciğer yemiştik. Çorba dahi bulamıyorduk. Urfa, Diyarbakır’dan daha beterdi. Haydar “Çorba var mı?” diye sorduğunda garson “Papaz Yahnisi“ istemişiz gibi şaşırdı, sonra da “Çorbayı ne yapacaksınız abe, kebap yiyin” dedi. Getir amk. getir. Urfa ve Diyarbakır’da bulunduğumuz sure içerisinde üç koyun yemişizdir.
Urfa’da sulu yemekler yapan bir yer açarsanız ya zengin olursunuz ya da batarsınız.

Akşam otele dönerken çiğköftecinin mekanına bir uğrayalım dedik. Otelimizin dibindeydi yerleri hemen. Saat geç olmuştu. Çiğköfteci yoktu ama ilk yerel tv’yi açan amca oradaydı. Bizi görünce

“ Nerdesiniz ya, ben de sizi arıyordum. Size muhabir bir arkadaşın telefonunu verecem, o size röportaj yapacak bir sürü kişi bulur” dedi.

Dört ayak üstüne düşmüştük. Hemen orda Kemal’i aradık ve yarın sabah otelde buluşmak üzere sözleştik.

Oteldeydik. Haydar internetsiz yapamıyordu ve kendi internet kotası dolmuştu. Otelin internetine bağlanamıyorduk odamızdan, çekmiyordu. Haydar, İsmet’i çağırdı.

“ İnternet çekmiyor abicim”
“Hadi ya! Neden daha once söylemedin abe?”
“Tamam, şimdi söyledim işte”
“Valla abe çekmesi lazım”
“Çekmiyor”
“Valla abe bilmiyorum”
“Ne yapabiliriz”
“Valla bir şey yapamayız abe”
“??????”
“?!:)??!:(“
“Tamam tamam”
“Başka bir arzunuz abe?”

Sabah yine berbat bir kahvaltıdan sonra Kemal’i beklemeye başladım. O sırada Türkiye çiğköfte ikincisi de kahvaltı için otele geldi.

“ Ne yapıyorsun abi, bugün seninle röportaj yapalım mı?”
“Valla ben bugün Ceylanpınar’da sünnet düğününde çiğköfte yapacam.”
“Hadi ya, kaçta gelirsin?”
“Geç gelirim. Parası da iyi. Önce üç yüz TL önerdiler kabul etmedim. Dedim Türkiye ikincisiyim ben, insaf”

Haklıydı. Günlük üç yüz TL’ye çalışan şampiyon mu olur.


Kemal de geldi. Kemal kısa ve şişman değildi. Pantolonuna bir tane telsiz tutturmuştu. Cızırtılar eşiliğinde polis, ambulans sesleri geliyordu.

“ Bu ne polis misin?
“Yok abi.112. Acil haberlere gidiyoruz”

Telsizi pantolonuna tutturmak zorunda değildi. Kendisine verdiği polis havasını seviyordu. Yerel muhabirlik üzerine biraz sohbet ettik. Sürekli uçuk rakamlardan bahsediyordu.

“ AKP’li milletvekili adayı bir ay haberlerimi, reklamımı yap dedi, kabul etmedim”
“Niye?”
“Az para veriyordu. Ben aylık elli bin istedim, O otuz bin önerdi”
“Otuz bin de güzel para abi”
“Yok ya! Urfa exprese yüz bin teklif eden adamlar bana elli bini çok görüyorlar”

Söylediği rakamlar ve anlattığı hikayelerle şekli şemali uyuşmuyordu. Bu kadar yüksek paralar kazanan bir adam ne diye gelip burda bizimle uğraşsındı bir de.

“ Önümüzdeki ay Maraş’ta bir TV açıyorum. Her belediyeden ayda beş bin alsam ayda altmış bin TL para kazanıyorum”
“Süper paraymış. TV değil darphane açıyorsun sen”

Kemal bir telefon görüşmesinden sonra;

“ Haydi arkadaşlar yazarlar sendikasının kahvaltısına davetliyiz”
“Kahvaltı yaptık abi, bence işimize bakalım”
“Tamam işte hem kahvaltı yapar hem de röportaj alırız”

Yolda giderken görüşeceğimiz yazarlarla ilgili bize bilgi veriyordu.

“ Bunların hepsi timsah abi. Eski adamlar, eski kafalar yani”
“Dinozor demek istedin herhalde”
“He dinazor”

Röportaj yapacağımız amca bizi görünce diğer yazar arkadaşlarından ayrılıp bizi ayrı bir masaya davet etti. Tanıştık. Bize çay ısmarladı. Kemal’in bahsettiği kahvaltı daveti sadece bir çaymış. Kemal bu arada yazar amcayla bir şeyler konuşuyordu.

“ Bizim sitemizde neden yazmıyorsunuz Üstadım” dedi Kemal
“Başka sitelere yazdığım yazıları alıp sayfanda kullanabilirsin”
“Süper olur Üstadım. Sizin gibi bir duayenin bizim site….”
“Tamam tamam problem yok, kullanabilirsin”

Yazar amca da çözmüştü Kemal’i. Amca ile röportaj aldık ve ayrıldık. Ayrılırken Amca “Keşke ofisimi de çekseydiniz, aldığım plaketler falan da vardı hem” Kemal söze girerek” Üstadım siz gidin biz gelecez, bizim programımız yoğun, şeref duyarız ofisnizi çek….” Yazar amca sözünü keserek “Tamam gelirseniz ben ofisteyim” dedi. Amcadan ayrıldıktan sonra Kemal’e “ Ofisi nerde amcanın” diye sorunca “Siktir et dinazoru” dedi.

Kemal sayesinde programımızı bitirdik. Dinlenmek için bir çayocağına oturduk.

“ Arkadaşlar ben birazdan Akçakale’ye gitmeliyim, kusura bakmayın” dedi Kemal.
“Otur birlikte yemek yiyelim. Gidersin acele etme.”
“Acil olmasa kalırdım, bir alacağım var. İki yüz yetmiş bin TL”
“OOO! İyi paraymış.”
“Gidip onu tahsil etmem lazım”
“Git tabi, durduğun kabahat”
“ Neyle gidiyorsun, bırakalım mı seni”
“Yok abi ya, otobüs kartım var”
“?”

Program bitmişti. Rahattık artık. Sırada başka iller bekliyordu. Otelde güzel bir duş ve uyku iyi gelecekti. Eğer sıcak suyumuz olsaydı.

“ Sıcak su gelmiyor”
“Hadi ya gelmesi lazımdı abe ya”

Peygamberler şehri Urfa.


15 Haziran 2015                         PAT