“ Kız kaçırmayı da
beceremiyor bu hayvan” dedi Ramazan abi “Neden kaçırıyor, vermiyorlar mı”,
“İstemiyor ki vermesinler. Nasıl olsa vermezler deyip kaçırıyor.”
Çekmeyi düşündüğüm film için terası olan yoksul bir eve
ihtiyacım vardı. Ramazan abi “Birader rahat ol, bizim Mustafa’nın yeri tam
senin istediğin gibi on numara terası var” dedi.
Ramazan abi
elli yaşına merdiven dayamış biriydi. İçki içmediği günü yaşamamış sayıyordu.
Özlü laflar etmeyi çok severdi “ Ne kadar direnirsen diren değişmez sana giren.
Götümüze yılan kaçmış çıkaran yok” gibi umutsuz, arsız bir felsefeye sahipti.
Mutsuz bir adamdı diyemem. Arkadaşlarıyla içip eğleniyordu her daim. İçki dönüşü
eşiyle kavgalarında tanışıyordu mutsuzlukla. Aynı zamanda çok iyi bir tavla
oyuncusuydu. “Bir tek acemilere yenilirim, ne oynayacakları belli değildir
çünkü” derdi. İşsiz kaldığı dönemlerde evi tavla iddialarından kazandığı
parayla geçindiriyordu.
Ramazan
abiyle birlikte Mustafa’nın evine gittik. Yanımızda film ekibinden Davut da
vardı. Davut rahat ve steril bir hayattan geliyordu. Çok az şey ilgisini çeker
ve bağlama sesinden nefret ederdi.
Mustafa’nın
evi müstakil yüksek girişli bir evdi. 1+1 olan ev çok küçüktü. Gerçi Mustafa ve
kardeşi yalnız yaşadıklarından çok da küçük sayılmazdı. Onlara yetiyordu ev.
Bir oda, odanın önünde mutfak ismini haketmeyen küçük bir tezgah ve hem banyo hem de tuvalet olarak kullanılan
küçük bir yerleri vardı.
Mustafa çok
misafirperverdi. Bizi ağırlamaktan çok memnun görünüyordu. Ramazan abi “Mustafa
on numara çocuktur. Biz her akşam arkadaşlarla burda içeriz” diyerek Mustafa’yı
onore etti. “Ne içersiniz, çay, kahve?” diye sordu Mustafa. “Çay” dedi Ramazan
abi hepimizin adına “Kahveden nefret ederim. Çay ve biradan başkası yalan. Su
da içmem” diyerek sağlığı hedef alan sözler sarfediyordu. “Ben çay içmiycem”
dedi Davut. “Kahve vereyim”, “yok, bir şey içmiycem” diye ısrar etti Davut.
Ketıl’da su kaynatıldıktan iki dakika sonra çayım önümdeydi. Çay kaşıkları
olmadığı için yerine çatal verdiler. Davut’un kaygılı bakışları eşliğinde
çayımdan ilk yudumu aldım. Davutun “ O bardaktan nasıl içersin” bakışları
eşliğinde çayımı bitirdim. “Dolduruyum mu?” dedi Mustafa “Hayır”, “Yeni demledim,sıcak”
“Sağol almıyım, ziyade olsun”
Davut
hiçbir şey istemeyerek ayıp etmişti ama haksız da değildi. Oda berbat bir
durumdaydı. Yerde korsan CD ve kirli iç çamaşırların olması ev sahibini
rahatsız etmiyordu. Odanın köşesinde duran bir masayı mutfak kabul ediyorlardı.
Masanın üstü karman çormandı. Kirli-temiz bulaşıklar, çay, patates, yumurta
kabukları, tencere, ketıl vs. Çok amaçlı bir masaydı yani. Ben daha önce
şantiye koğuşlarında kaldığım için fazla yadırgamıyordum ama Davut için
endişeleniyordum.
“Aç
mısınız?” diye sorarak misafirperverliğini geliştiriyordu Mustafa. Bu sefer ben
de hayır deme cesaretini gösterdim. “Çok iyi yumurta yapar. Kendi tavuklarının
yumurtası, burda terasta bir sürü tavuk ve horoz yetiştiriyor” diye lafa
karıştı Ramazan Abi. Aslında biraz açtım ama tavanın durumu içler acısıydı.
Mustafa da açtı ve kalkıp tavaya beş yumurta kırdı. Mustafa, Ramazan abi ve
Mustafa’nın kardeşi yumurtaya dadandılar. Her ne kadar benle Davut’a ısrar
etselerde aç olmadığımıza ikna ettik onları. Adamlarda akbabanın bağışık
sistemi vardı.
Mustafa tam
bir tavuk hayranıydı. Terasında bir sürü tavuk besliyor ve Facebook sayfası
tavuk fotoğraflarıyla doluydu. Otuzlu yaşlarında genç biriydi. Tavuk dışında
ilgi duyabileceği birçok şey varken o tavukları seçmişti. Tavukları kesmiyor sadece
yumurtalarını yiyiyordu. “Üç öğün yumurta yesem bıkmam” diyordu ve yiyiyordu
da. Ramazan abi methiyeler diziyordu Mustafa’nın tavuk aşkına ama bir iki defa
tavuğunu çalmıştı. “Sarhoştum birader, çok da acıkmıştık. Ben kesmedim ama
Nurettin kesti. Ben sadece mangalı yaktım. Ama tavuk yenmez mi birader. Doğanın
kanunu bu. Ne demişler dünya
döner, saplar döner, bu yarrak bir gün gelir sende biter.” diye çılgın
felsefesiyle destekliyordu Mustafa’ya yaptığı ihaneti.
Mustafa
hasta birine benziyordu. Ensesinde ve yüzünde bir sürü et beni, kafasının bir
çok yerinde de saçkıran ve kırmızılıklar vardı. Ayrıca bir gözü de bembeyazdı,
görmüyordu. Gözünü kaybetme hikayesi de normal bir hikeye değildi. Tamircide
çalışırken arkadaşı şaka amaçlı tornavidayı Mustafa’ya atınca gözüne saplanmış.
Tornavidayı atan arkadaş acaba daha önce kimleri güldürmüştü böyle. “Annesi
hamileyken sakatat yemiş ve ellerini vücuduna silmiş. Annesi ellerini neresine
sürdüyse Mustafa’nın vücudunda aynı yerlerde izler ve et benleri var” diyerek
trajediyi boyutlandırdı Ramazan abi.
Mustafa’nın
ilgisi sadece tavuklara değildi. Evde beslediği beş de kuşu vardı. Kuşlar
tavana asılı beş kafeste yaşıyordu. Yalnız kuşlar da sahipleri kadar
ilginçtiler. Kuşları göremiyorduk çünkü kafesler bezlerle örtülüydü. Karanlıkta
yaşayabilen kuşlarmış bunlar. Evet, kafeslerin hepsi örtülüydü ve kuşları
göremiyorduk. İnsan niye böyle bir kuş türü beslesindi ki. Kendi filmimi unutup
Mustafa’ya odaklanmıştım. “ Çok hayvanseverdir Mustafa. Beş on senedir buraya
gelirim daha hiç görmedim bu kuşları. Belki de ölmüşlerdir kafeste. Aslında çok
değerli kuşlar bunlar. Sadece Amazonlarda varmış. Getirecen Amazonlardan
satacan Eminönü’nde” dedi Ramazan abi son yumurta lokmasını ağzına atarken.
Anne babası
çok erken yaşta ayrılmış Mustafa’nın. Daha doğrusu annesi başkasına kaçınca
baba da alkole kaçmış. Ayyaş bir babanın elinde kardeşiyle birlikte büyümüş.
Mustafa’nın kardeşi ise dramı büyütmekten başka bir işe yaramıyor. Daha önce
başarısız olan iki kız kaçırma olayına girmiş. “ Kız kaçırmayı da beceremiyor
bu hayvan” dedi Ramazan abi “Neden kaçırıyor, vermiyorlar mı”, “İstemiyor ki
vermesinler. Nasıl olsa vermezler deyip kaçırıyor. Mahallede yakaladı bunu kız
tarafı, dövmeye kalktılar ama engel olduk. Bana öyle bakma ben adamı bir
sikerim boş trende ayakta gider” Ramazan abinin yediği yumurtalar gaz yapmıştı
herhalde.
Mustafa’nın
mekanı her ne kadar pis de olsa samimi bir yerdi gerçekten.Ramazan abi gibi bir
kaç adam daha vardı ekiplerinde. Akşamları buraya doluşup içerlermiş. “ Bir de
bir yemeğimiz var sorma. Makarnanın üstüne bol sarımsaklı yogurt döküp
kaşıklarla bir dalıyoruz göreceksin, iskender kebap gibi oluyor tadı. Bir gün
gelin size de yaparız” diye centilmence bir davette de bulundu Ramazan abi.
Mekanı beğenmiştik. Çekim için Mustafa ile anlaşıp ayrıldık
ordan. Tam kapıdan çıkarken bir kopek havlamasıyla Davutla ikimizin ödü koptu.
“Korkmayın, Mustafanın köpeği, bağlıdır” dedi Ramazan abi. Köpek diyordu ama
bir canavardı aslında. Neyi koruyordu bu pitbull. Tavuk, kız kaçıran kardeş ve
karanlıkta yaşayan kuşlara bir de pitbull eklenmişti. Neyle besliyordu bu
köpeği. Günde bir kümes tavuk yese doymazdı. “Acayip güçlü bir hayvan. Başka
bir köpekle kapıştırdık bir gün parçaladı köpeği. Bizimkinde de yaralar vardı
ama bana mısın demiyordu. ‘İbnenin götüne çivi çakmışlar, tıkırtı nerden
geliyor demiş’ hesabı “ dedi Ramazan abi.
Çekim için güzel bir mekan bulmuştum. Ramazan abiyle
vedalaşıp ordan uzaklaştık. Davut’a dönüp “mekanı bulduk güzel oldu” dediğimde
“ O çayı içtin amk ya” dedi.
PAT
patoyku@gmail.com
www.facebook.com/pat.oyku
patoyku@gmail.com
www.facebook.com/pat.oyku