“Sonuçta böyle günler için
hafızasında sakladığı bir şeydi bu. Bu bilgiyi yalnız başına taşımak ona ağır
geldiği için herkesle paylaşıyordu muhtemelen.”
Klozet su kaçırıyordu. Tuvalet ve
banyonun su sızdırma problemleri kadar canımı sıkan başka şeyler var elbette
ama bu sorunun bende yarattığı stres başka.
Evindesindir.
Belki bir işin vardır, belki birazdan güzel bir kahvaltıya oturacaksın, belki
fenerin maçı vardır. Kapı çalar, açarsın. İki senedir aynı apartmanda oturduğun
halde kendisini tanımadığın, sadece çocuğuna bağırdığında sesini duyduğun,
pazar sabahları erkenden süpürge açan düşüncesiz, ev işlerinden yıpranmış,
seksiliğini kaybetmiş iki çocuk annesi alt komşundur gelen. “Merhaba ben alt
komşunuzum, tuvaletiniz su sızdırıyor da bir baktırır mısınız acaba? ” der. Tuvalet
problem çıkarmasa tanımayacaktım alt komşumu. Tuvaleti su sızdırmayan bir evde
oturmadım hayatımda. Öyle bir evde yoktur sanırım. Varsa da o evde
sıçılmıyordur kesin.
Klozet ve
banyo musluğum ikisi birden bozulmuştu. Banyoda yıkanmadığım sürece problem
yoktu. Ama klozet öyle değildi. Devamlı su kaçırıyordu. “Allah bilir kaç kova
su boşa gidiyordur” hesaplarıyla çıldırmak üzereydim. Çok zor günler
geçiriyordum. Banyo musluğu pahalı olduğu için erteliyordum yapmayı. Klozeti
ise ne için yapmadığımı bilmiyordum.
Klozetin
problemi için bir tesisatçı çağırdım. Problem düşündüğümden daha basitmiş. “Taharet
musluğu bozuk” dedi tesisatçı. “Taharet hangisi?” dedim. Göt yıkama musluğunu
gösterdi. Ne havalı ismi varmış. Asyalı bir ülkenin başkent ismi gibi. Musluk
artı servis parası 35 liraya kurtuldum bu problemden. Taharet musluğum canavar
gibi görevini icra etmeyi bekliyordu artık.
Sıra
banyodaydı. Güzel bir musluk alıp monte etmesi için usta çağırdım. Kendim de
takabilirdim belki ama tesisat işlerinden nefret ediyordum. Hiç güzel anılarım
yoktu bununla ilgili. Defalarca söküp dikkatlice takmama rağmen su sızdırmakta
inat eden lavabo boruları.
Usta geldi.
Kısa boylu, tombik, esmer, az saçlı yani kel bir adam. Banyodaydık. Musluğu ve
ahizesini paketinden çıkarıp incelemeye başladı. Nasıl monte edileceğini
çözmeye çalışıyordu. “ 3-4 senedir banyo musluğu ve ahizesi monte etmedim”
dedi. Manav falan mı çağırmıştım acaba. Ben bile 3 senede 2 defa falan monte
etmişimdir. Yanlış da olsa. “ Tamam ya, şöyle yapacaz, böyle yapacaz” dedi.
Musluk
ahizesini duvara dayayarak ölçü alıyordu. Duş teknemiz küçüktü ve usta şişman
olduğu için zor sığıyordu. Musluğun ahizesi de biraz yukarıya monte edilecekti.
Dar yerde uzanmaya çalışınca inliyordu.“ Ne iş yapıyorsun?” diye sordu. “Kamera,
televizyon işleri” dedim. İlgisini çekti, mutlu oldu. “ Ben de şiir yazıyorum”
dedi. Bu sefer de ben mutlu oldum. Hem banyom yapılacak hem de öykü için bana
malzeme verecekti.
Şair bir
tesisatçıyla karşı karşıyaydım. “Ne tarz şiirler yazıyorsun?” dedim. “ Aşk
şiirleri yazıyorum, yüzde 90 aşk şiirleri” dedi “ Ama damar şiirler” diye
uyardı. İddialarını manalı bakışları ve ses tonuyla da destekliyordu. “ Bir
dörtlük okur musun?” dedim. “ Ne demek, niye dörtlük hepsini okurum “dedi.
Nereye
baksam onu görüyorum
Kalbimden
onu atamıyorum
Kadehim
boşalmış içemiyorum
Doldur
be meyhaneci
Diye başlayıp her dörtlüğün sonu “Doldur be meyhaneciyle”
biten bir şiir okudu. “ Vay be! Sen sağlam aşık olmuşsun abi” diye gazladım. “
Evet oldum. 7 yaşından 18 yaşına kadar bir kızı sevdim. Sonra kızı başkasına
verdiler.” dedi. “ Niye sana vermediler, istemedin mi?” dedim. “İstedim
vermediler. Gariban gördüler beni. O’ndan 12 yaş büyük birine verdiler”dedi. “
Haberin var mı O’ndan, seviyor musun onu hala?” dedim. “ Haberim var, kocası
öldü, 4 oğlu var. Ben de evlendim 4 kızım var” diye eski aşkına dair
istatistiki bilgiler verdi. “ Seviyor musun hala?” diye yineledim. “ Hanımım var şimdi. Biz de
hanım dedin mi o iş biter. Çoğu kişi ‘Hanım’ kelimesinin nerden geldiğini
bilmez. Kullanırlar ama nerden geldiğini bilmezler” diye gizemli bir giriş
yaptı. Talih kuşu konmuştu başıma. “Nerden geliyor abi, ben de bilmiyorum”
dedim. “ Cengiz Han’ı biliyorsundur. Bir gün halkının karşısına çıkmış. Halk
‘Han’ım çok yaşa” diye tezahürat yapıyormuş. Cengiz Han’ın da yanında hanımı
varmış. Cengiz Han halka dönmüş ve şöyle demiş. ‘Ben sizin Han’ınızım bu da
benim Han’ım demiş” diye kuşkularla dolu tarihi bir hikaye anlattı. Bu bilgiyi
benle paylaştı diye minnettarlığımı belirttim. Usta, bilgisinin keyfini
çıkarıyordu. Sonuçta böyle günler için hafızasında sakladığı bir şeydi bu. Bu
bilgiyi yalnız başına taşımak ona ağır geldiği için herkesle paylaşıyordu
muhtemelen.“Bu da benim Han’ım” diye bir kaç defa daha tekrarladı.
Matkapla
bir kaç delik açtı duvara ama ölçüyü doğru almamıştı. Konuşmaktan işe
yoğunlaşamıyordu. Gaz vermekle iyi yapmamıştım. Beni etkilediğini düşünerek ha
bire konuşuyordu. “ 1987’de Beyoğlunda Yıldız Ajans vardı. Fotoğraflarımı
çektiler filmler için. Ajansın sahibi Fahri abi bana iki şeyden dolayı oyuncu
olamazsın dedi. 1. Boyun kısa 2. Gülmek sana yakışmıyor dedi. Gülünce sırıtıyor
gibi duruyor muşum” dedi. Keyfim yerinde olsaydı “bir güler misin abi”
derdim.Konuşmaktan yanlış iş yapıyor ve canımı sıkıyordu. Ayrıca şişman olduğu
için de fena terlemişti. Bir de mont vardı üzerinde. Çıkarmasını söyleyecektim
ama iyice ter kokutacak diye söylemedim. O da konuşmaktan akıl edemiyordu.
Matkapla
birlikte ortalık toz dumandı. Usta işe yoğunlaşmak yerine hayat hikayesine
başlamıştı. Bozuk musluk, yanlış ölçüm, geveze usta, ter kokusu başım ağrımaya
başlamıştı.
Musluğu
unutmuştu artık. Hayat hikayesini anatırken elinde bir tespih gibi stres
atıyordu muslukla. “Daha sonra organize sanayi bölgesinde güvenlik şefi olarak
çalışmaya başladım. Kendi kurallarım vardı. Oranın düzeni bana emanetti. Kaçak
Romen işçi çalıştırıyordu çoğu iş yeri. Uyuz oluyordum bu Romenlere. Çünkü
kaçak çalışıyorlardı. İş yeri sahipleri için göz yumuyordum bunlara. Bu
Romenler işten ayrılmaya yakın gelip yalakalık yaparlardı bana. Ben anlardım
tabi hemen. Bunlar işten ayrılacakları zaman ya patronlarının dükkanlarını ya
da komşunun dükkanlarını soyarlardı. Ben de bunları takibe alırdım. Bir kaç gün
pusuya yatardım. Sonra yakalardım bunları suç üstü. Anadan dogma soyar kulübede
işkence yapardım bunlara. Polise vermezdim. Çünkü polise versem dükkan sahibi
de yanacaktı. Aynı zamanda Romen’e de iylik yapıyordum,sınırdışı edilirdi yoksa.
Ertesi gün dükkan sahibine teslim ederdim hırsızı. Başta kızarlardı bana ama
sonra hak verirlerdi. Sonuçta benim kurallarıma nizamıma uymalılardı. Ben
Romenleri böyle dövünce namım da yürüyordu tabi” diye uzun uzun gururla ve o
günleri tatlı bir tebessümle hatırlayarak anlatıyordu manyak. En baba varoluşçu
bu adamı çözemezdi. Bana karşı inanılmaz kibardı. Romenlerden ne kadar nefret
ediyorsa beni o kadar seviyordu. Kendisini dinleyecek bir keriz bulmuştu.
Deneme
yanılma bir şekilde bitirebildi. Ortalık toz ve terden geçilmiyordu. Bir an
once gitmesi için sabırsızlanıyordum. Banyo için büyük bir ahize almıştım.
Sanki yağmur altındaymışım gibi yıkanacaktım. “Borcum ne kadar?” dedim.” 40 ver
yeter” dedi. İşkenceci şimdi de dolandırıcılığa soyunmuştu. Yarım saatlik işin
hakkı en çok 20 Liradır. 40 lirayı öyle bir tonda da söylemişti ki sanki hakkı
80’de o 40 istiyordu. “30 olmaz mı?” dedim. “ Olur, niye olmasın, lafı mı olur,
işin görülsün” dedi.
Kapıda kendisini bekleyen
ayakkabılarına doğru yolculadım kendisini. Ayakkabıları çok perişan
görünüyordu. Acıdım onlara. Terlik gibi giyiyordu ayakkabılarını. Asansör
beklerken hala bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Bu adama 4 kız çocuğu baba
diyordu. Asansör geldi. Hayat
hikayesini, zavallı ayakkabılarını ve 30 lirasını alarak gitti. Ve ter kokusunu
bırakarak.
Banyom
yeniden huzur dolu, pisliklerimi dışarı atıp rahatladığım bir yer olmuştu.
İnşallah alt komşum sadece aşure vermek için kapımı çalar artık.
PAT
patoyku@gmail.com
www.facebook.com/pat.oyku
patoyku@gmail.com
www.facebook.com/pat.oyku