“Tehlike çanları benim için çalıyordu. İstanbul’u bırakıp memleketteki
eski okul arkadaşlarımla çay bahçesinde limonata içerek geçirmek istemiyordum
yaz aylarını.”
Öğrenci yurtlarında hemen hemen
her odada sürekli yatan adamlar vardır. Tüm öğrenciler seks ve paralı bir
gelecek kaygısı güderken bunlar yatarlar. Üniversite sınavlarını kazanmışlardı
ama her şey sınav değildi işte.
“Ne zaman görsem boş boş
yatıyorsun. Okulların kapanmasına az kaldı. Batman’a mı dönmek istiyorsun. Eğer
bir iş bulursan yazı İstanbul’da geçirebilirsin” dedim. Söylediklerim Azad’ın
kafasına yatmıştı. Yazı Batman’da geçirmek istemediğine inandırmıştım onu. “Çok
haklısın, akıllı adamsın, tembelliğe son” temalı sözler söyledi ve “ Yarın
hemen iş aramaya başlıyorum” dedi.
Zayıf, orta
boylu, yirmi bir yaşında minyon tipliydi Azad. Yaşının adamı gibi görünmek için
sakal bırakırdı. Aynı zamanda sevimli ve sıcak kanlı biriydi.
Azad’a
verdiğim ültimatomun üzerinden iki gün geçmemişti ki iş buldu. Ünlü bir tekstil
markasının mağazasında depocu olarak çalışacaktı. Çok şanslıydı. İş için
başvuru formu doldurulmuştu ve kendisine geri dönülmüştü. Ben de iş arıyordum
ama kimse bana geri dönmüyordu. Tehlike çanları benim için çalıyordu.
İstanbul’u bırakıp memleketteki eski okul arkadaşlarımla çay bahçesinde
limonata içerek geçirmek istemiyordum yaz aylarını.
“Patronunla
konuşsana benim için. Belki bana göre de bir iş vardır” dedim Azad’a. Dedim ama
umudum da yoktu hani. Torpilim bir depocuydu. “Hatice Hanım’la konuştum.
Azadcım biz seni çok sevdik eğer arkadaşın da senin gibiyse onunla da
çalışabiliriz dediler” dedi Azad. Torpilim sağlam çıkmıştı. Benim eserimdi
Azad. Beni dinlemekle iyi etmişti.
“Reyonda
çalışacaksın” dediler. Süper. Depoda çalışmak korkunç geliyordu bana. Mağazanın
bodrum katında çürük gemilerle Avrupa’ya iltica etmeye çalışan Pakistanlılar
gibi hissediyordunuz kendinizi.
Reyon demek
kızlar demekti. Kızlarla birebir temasa geçebilirdim. Yalnız bir problem vardı.
“Erkek reyonunda çalışacaksın” dediler. Erkek reyonu mağazanın sürgün yeriydi.
Pazartesi
sabah 10’da iş başı yaptım. Tüm çalışanlar mağazanın verdiği tek tip elbiseyi
giymek zorundaydı. Elbiselerimiz güzeldi ama hepimiz giyince güzel olmuyordu.
Boynuma bir yaka kartı ve kulağıma da çalışanlar arası iletişim için bir
kulaklık taktılar. Havam süperdi. Bir ajan gibi görüntüm vardı. Elbiseleri
katlayıp askıları tasnifliyen bir ajan!
Yorucu bir
işti. Gün boyunca ayaktaydım ve sadece yarım saatlik yemek molalarında
oturabiliyordum. Bu aralarda kadın reyonunda çalışan Taner’le sohbet ederdim.
Uzun boylu, uzun saçlı yakışıklı bir delikanlıydı. Reyondaki maceralarını
anlatırdı bana. “Kadın kabinde üstünü değişiyordu. Denediği elbisenin bir
büyüğünü istedi. Elbiseyi götürdüğümde kabinin kapısı ve kadının üstü açık beni
bekliyordu.” diye devamını tahmin edebileceğiniz maceralardı bunlar. Kadınlar
telefon numaralarını veriyorlardı ona. Taner bir üst katımda çalışıyordu. Ben
şişman adamlara XXL tişört bulmaya çalışırken o üst katta pornocuları kıskandıracak
bir hayat yaşıyordu. Böyle bir adaletsizlik örneği dünyada yoktu. Düşlediğim iş
hayatını Taner yaşıyordu. Mağazanın sahibi Taner’le bir saat sohbet etse kadın
reyonunda işe başlardı.
Kızlarla
iletişime geçmek imkansız gibiydi. Siklemiyorlardı beni. Bana baktıklarında
siki olan birini değilde aradıkları elbiseyi kendilerine bulabilecek birini görüyorlardı.
Akşam iş
çıkışlarında suyum çıkıyordu artık. Gece 10’da işimiz bitiyordu ama bir saat de
mağazayı toplayıp temizliyorduk. Yani bir saat bedavadan çalışıyorduk. Çoğu
zaman eve dönerken otobüste uyuya kalıyordum. Sabah da gözümü açar açmaz tekrar
işe gidiyordum. Taner gibi bir hayatım olsaydı neyse. Tam bir sığır hayatı
yaşıyordum.
Bir gün
İstanbul trafiğinden kaynaklı 10 dk geç gittim işe. İş arkadaşlarım mırın kırın
etmeye başladılar. Patrondan çok patronculuk yapıyorlardı. “Ulan götler gece de
bir saat fazladan çalışıyorum ama” demek istiyordum. Altı ayda bir yapılan
birkaç günlük eğitimden sonra bunlara bir ünvan ve birkaç kuruş zam
yapıyorlardı bunlar da kendini bir bok sanıyorlardı. Zaten yaka kartı ve
kulaklıklar yeterince delirmelerine sebep olmuştu. Bir de yetmiyormuş gibi
“Süper Vizör, Master Şef” gibi ismi büyük maaşı küçük şeyler çıkarıyorlardı.
Birbirimizi kollamak ve fazladan bir saatimizin parasını talep etmek yerine
“Pat Bey 10 dk geciktiniz” diyorlardı. Asgari ücretle tişört katlayan “Bey” mi
olurdu!
En gıcık
olduklarım ise kasiyerlerdi. Boyalı, süslü, saçlarına zor şekiller vermeye
üşenmeyen tiplerdi bunlar. İnanılmaz bir havaları ve duruşları vardı. Herkesin
onlarla yatmak istediğini düşünürlerdi. Haksız da değillerdi. Götlerinin
kıymetli olması kalkmasına da sebep oluyordu. Kimseyle fazla samimi olmaz ve
büyük bir ciddiyetle terlik ve tişörtleri poşetlere yerleştirir, fiş
keserlerdi. Bir doktor veya mühendisi bir hafta reyonda çalıştırın, kasiyerleri
görünce mesleklerinden utanırlar.
Taner’le
sohbetlerimiz devam ediyordu. “Geçen aynı günde iki kadına gittim. İkisi de
arkadaş ve bizim mağazadan alışveriş yapıyorlar. Birisi evil ama kocası hep
şehir dışında çalışıyor” diye o anları tekrar yaşaya yaşaya anlatıyordu.
Yaşadıklarını öğrenci yurdunda anlatsam toplu intiharlar olurdu. Anlattıkları
üst düzey otuzbirci fantezileriydi.
Hatice
Hanım Azad’ı çok seviyordu. Sevimli geliyordu ona Azad. Başını okşar, çalışma
temposundan dolayı tebrik ederdi. Bir abla gibi yaklaşıyordu ona. Seksi bir
kadındı. Dar kumaş pantolonlar giyerek götünün sınırlarını zorlardı. Azad da
Hatice Hanım’ın seksiliğine kayıtsız değildi. Yurt banyosunda Hatice Hanım’ı
harcadığını çok defa itiraf etmiştir.
Kişiliğim
yok olma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Elbise katlamaktan imanım gevrilmişti.
Hatice Hanım’a istifa edeceğimi söyledim. Şaşırdı. İş bulmak bu kadar zorken
ben çalışmak istemiyordum. “ İşi bırakmadan 15 gün once söylemeliydiniz ama” ,
“ Valla siz bilirsiniz bırakın on beş günü bir gün dahi tahammülüm kalmadı”,
“Hafta sonu da çalışın öyle bırakın bari”. Kabul ettim. Kadın haklıydı.
Ben işi
bırakınca Azad da bıraktı tabi. Azad’ın hayatını da mahvetmiştim. Ne güzel
yurtta yatıyordu. İstanbul’da sürünmek yerine memleketteki ailesinin yanına
gidip arkadaşlarıyla tüm yaz kahvede okey oynadı. Ben de yavaş yavaş eski
özgüvenimi kazanıyordum. Mağazayı unutuyordum. Bir tek arasıra Taner’in
hikayeleri aklıma gelince kötü oluyordum geceleri.
25/07/2014 PAT
patoyku@gmail.com
www.facebook.com/pat.oyku