24 Eylül 2014 Çarşamba

SU BARDAĞINDA FOTOKOPİ

“Kablolu mouse’la internette kadın bulmaya çalışıp fotokopilerimi riske atan pezevengten intikamımı almıştım.”


Hala bir fotokopi makinesi alamadım eve. “Fotokopi Makinesi” deyince aklınıza kırtasiyelerdeki koca makineler gelmesin. 200-300 liralık küçük makineleri kastediyorum. Nedense ne zaman param olmasa o zaman geliyor aklıma.

Pazar sabahı stüdyoda okunacak olan senaryoların çıktısını almam lazımdı ama sabah sabah hangi manyak kırtasiyeci dükkanını açardı ki! Manyak bir kırtasiyeci bulma umduyla Pazar sabahı uyandım.

İkitelli’deydim. Asgari ücretliler cenneti. İstanbul’un temzilikçi, güvenlikçi, garson vs. hizmetlerini gören bir semt. Bana garson değil kırtasiyeci lazımdı ama.

Normal zamanlarda gittiğim küçük bir kırtasiyecim vardı. Bir umutla yine ona gittim. Şanslı adammışım, açıktı. Ne zaman bu kırtasiyeye gitsem korka korka giderdim. Her defasında kesin kapanmıştır diye düşünürdüm. Çünkü açık durması için çok nedeni yoktu. Küçücük bir dükkan ve her şey çok ucuz. Öyle ki çektirdiğim fotokopiler 1-2 lira tutunca ayıp olmasın diye lazım olmadığı halde birkaç şey daha alıyordum. Ne alırsam alayım bir türlü 5 lirayı bulamıyordum. Adamın kasalı küçük bir bilgisayarı ve kablolu bir mouse vardı. Genellikle gözünü bilgisayardan ayırmadan müşteri ile muhatap olurdu. Çoğu zaman kendisine rahatsızlık verdiğimi düşünür ve çıkarken birkaç defa teşekkür ederdim. Ondan alışveriş yaptığım için özür dilerdim adeta. Ciddi ve umursamaz tavrı ona bir karizma katıyordu. Silgi, pergel ve kalemtraş satana kadar bu karizması devam ederdi.

Çıktı alsın diye flash diski kendisine verdim. Diski bilgisayara taktı ama bilgisayar diski okuyamadı.

-       Okumuyor.
-       Hadi ya! Mac’a uyarlı herhalde. Senaryo mailimde de var. Bilgisayarınızı kullanabilir miyim indirmek için?
-       Hayır.

Bilgisayarını kullandırtmadı götoğlanı. Bir köşeye sıkışmış, kimsenin ekranını görmeyeceği bir şekilde de kendisine çevirmişti. Ya porno izliyordu, ya bir kadınla yazışıyordu ya da puştluğundan kullandırtmıyordu. Belki de sadece iskambil falı açıyordu ama kendisine iyi niyet besleyecek durumda değildim. Siftah yapmak gibi bir derdi yoktu. Belkide günün tek müşterisini kaçırmıştı.

-       Başka nerde fotokopi çektirebilirim?
-       Şurda ilerde internet kafe var.
-       Açık mıdır?
-       Sanmıyorum, bir bak.

Çaresiz bir ruh haliyle çıktım kırtasiyeden. İnternet kafe nerde acaba diye kafamı gezdirince bir de ne göreyim. Tam çaprazımda kocaman bir kırtasiye. Penceresinde de ‘fotokopi çekilir’ yazısı. Daha önce hiç farketmemiştim orayı.
Dükkana girdim. Rafları düzelten 14 yaşlarında bir kız ve kasadaki müşteriye bakan orta yaşlı, saçları jöleli, renkli gözlü dışarda görseniz kırtasiyeci demeyeceğiniz bir adam vardı.

-Kolay gelsin

cevap alamadım. Herkes işine bakıyordu.

-       Fotokopi çekebiliyoruz değil mi?
-       Evet.

Demek ki İkitellide kırtasiyeciler Pazar sabahları fırıncılarla aynı saatte açıyorlardı dükkanlarını. Kasadaki adam Bir kadınla ilgileniyordu. Yanındaki kız çocuğuna bir test kitabı alan kadın kırtasiyeciyle pazarlık yapıyordu.

-       Düz 33 olmaz mı?
-       Hayır ablacım 33 buçuk lira. İlla düzlemek istiyorsan 35 yapalım.
-       Tamam tamam.

Kadın gitti.

-       Hem borç yazdırıyor hem de pazarlık yapıyor kadın ya.

Adamı destekleyen sözler söylemek istedim ama ne söyleyeceğimi bulamadım. Hafif gülümseyerek küçük bir destek attım.

-       Sizin fotokopi mi vardı?
-       Evet. Buyur Flash disk
-       (yanında çalışan kıza) Al tak kızım şunu

Kız takamadı diski. Adam sinirle elinden alarak.

-       3 aydır sana disk takmayı öğretemedik.

Keşke yanımda bağırmasaydı kıza. İşler yine ters gitmeye başlamıştı. Neyse ki adam diski taktı ve disk çalıştı. Mutluydum artık.

-       Dükkanınız çok güzelmiş. İyi bir yer açmışsınız.
-       Buraya 100 bin lira para yatırdım ben.

Dükkanın neresine yatırmış diye bakınmaya başladım. Normal bir kırtasiyeydi. Ben sadece fotokopilerin şerefine gereksiz bir övgü sallamıştım.

-       Aslında biraz sermayem olsa 2 dönümlük bir yere çok büyük bir kırtasiye açardım.
-       İkitelli’ye fazla değil mi 2 dönüm.
-       Sadece İkitelli değil tüm İstanbul gelecek
-       Haa! Süper proje o zaman!

Çok ince düşünülmüş bir projeydi. Taksim, Kadıköy ve Üsküdar’dan öğrenciler kalem, defter almak için İkitelli’ye gelecekti.

-       Burda dükkanın olduğunu bilmiyordum. Genellikle karşıdakine gidiyordum ben. Onda çalışmayınca disk sizi buldum.
-       Buranın ilk kırtasiyecisi o adam. Bir sürü para kazanmış zamanında. Ben de buraya dükkan açınca daha da düştü kazancı. Ben de ona müşteri yolluyorum bazen
-       Beni o yollamadı ki buraya, kendim buldum. Hatta başka yer var mı diye sorduğumda internet kafeyi gösterdi bana.
-       Hadi ya! Şerefsiz.

İbneliğim tutmuştu. Durduk yere fesadlık yapıyordum.

-       Ne sevimsiz bir adam ya. Hiç ilgilenmiyor müşteriyle. Valla bana internet kafeye git dedi.
-       Bak biz nasıl iyilik düşünüyoruz bir de ona bak
-       Ayıp abi.
-       Dur sen okullar başlayınca kiloyla defter satma kampanyası yapayım da görsün ebesinin amını.

Fotokopilerim çıktı. Adama 4 lira ve biraz kin bırakarak çıktım. Kablolu mouse’la internette kadın bulmaya çalışıp fotokopilerimi riske atan pezevengten intikamımı almıştım.

            Fotokopilerimi aldığıma göre artk güzel bir kahvaltı yapabilirdim. Yan yana iki börekçi vardı. Hangisine gideceğime karar veremedim. Biri lükslüğüyle pahalı ve sıcak bir ortamda karnımı doyurmayı vadederken diğeri gösterişten uzak tezgahıyla ucuz, su bardağında çay ve sıcak bir börek sunuyordu. Kahvaltı keyfimi riske atmayıp lüks olan dükkanı seçtim.

-       Peynirli börek ve büyük bir çay alabilir miyim?
-       Böreğimiz kalmadı isterseniz simit ve poğaca var.

Sabah saatinde börekçide börek yoktu. Demek ki herkes benim gibi bu börekçiyi tercih etmişti. Kendimi börek yemeye motive ettiğim için simit ve poğaçayı red ederek su bardağında çay içmeye razı bir şekilde yan tarafa geçtim. Beni gören kel, bıyıklı, orta yaşlı garson  büyük bir sevgi gösterisiyle beni boş olan birçok masadan hangisine oturtacağını şaşırdı. Neden bu kadar boştu burası ve neden tezgahlarında bu kadar çok börek vardı. Aç olan karnım ‘Herhalde çok çalışıyorlar’ diye olumlu düşünmeme sebep oldu.

            Yine 14 yaşlarında bir garson kız gelip peynirli börek siparişimi aldı. Çok acıkmıştım. Siparişim alınmıştı ama börek bir türlü gelmek bilmiyordu. İçerde oturan bir masa daha vardı. Yan masama da yeni birileri geldi. Kız onlardan da sipariş alıyordu ki kel ve bıyıklı adam gelip kızın kolundan tutarak yanıma getirdi.

-       Kızım sorsana beyefendiye ne yiyecek diye?
-       Sordum.
-       Biraz girişken ol. Hoşgeldiniz de, ne istersiniz de.
-       Söyledim, siparişini de aldım.
-       Biraz girişken ol ya.

Kız içeri geçti. Adam bana dönerek,

-       Kusura bakmayın yeni başladı da acemi biraz.
-       Problem değil.

Kızı savunmaya üşenmiştim. Hem ne oluyordu bugün böyle. Yanımda azarlanan ikinci kızdı bu. Üçüncüde kızı kesip kurban ederler karşımda. Gerçekten de kız çok acemiydi. Böreği istedikten sonra başka lokantadan lahmacun istesem daha çabuk gelirdi. Kız fırçayı yedikten 2 dakika sonra böreğimi getirdi.

Hayatımda yediğim en berbat börek olduğunu beşinci çatal vuruşumda anladım. Beşinci vuruşa kadar çok aç olduğum için anlamamıştım. Sekizinci çatalda da yemekten vazgeçtim. Demek ki neymiş: börek yoksa simit ye amk.

                                                                 24 Eylük 2014                       PAT

patoyku@gmail.com 
www.facebook.com/pat.oyku