2 Ocak 2016 Cumartesi

FINDIK KIRAN SİLAHŞÖR


“Allah korusun otobüsümüz bir kaza geçirse ikinci bir Susurluk olabilirdik Recep abiyle. Bu bildikleriyle onu fazla yaşatmazlar diye düşündüm.”


Otobüs bilet fiyatlarının uçağınkilerle karşılaştırılamayacak kadar avantajlı olduğu günlerdi. Cam kenarına bir biletim vardı.

Koltuğumu buldum ama boş değildi. Cam kenarında 1.80 boylarında ellili yaşlarında yaklaşık yüz kilo olduğunu tahmin ettiğim bir adam oturuyordu. Özellikle cam kenarı istememe rağmen ses çıkarmadım ve yanındaki boş koltuğa oturdum. Beni farkedince,

-       “Selamünaleyküm” dedi
-       “Aleykümselam”

Başka bir şey konuşmadık. Yolumuz uzundu. Sohbeti idareli kullanmalıydık.

Otobüste çiftler dışında kadınlı-erkekli kimse oturmuyordu. Birbirini tanımayan bir kadın ve erkek yanyana oturamaz diye bir kanun yoktu ama böyle bir kanun varmış gibi davranıyordu herkes. Toplum erkekler erkeklerle otursun kadınlar kadınlarla otursun istiyordu. Toplum aynı zamanda gay ve lezbiyen olmamızı da istemiyordu. Olurda kadın ve erkek yanyana oturursa belki bundan bir seks çıkardı. Toplum sürpriz seksleri sevmiyordu.Recep abiyle sürpriz bir sekse imza atmamız imkansızdı. En azından benim cephemden.

İstanbul’dan çıkana kadar ismini ve ne iş yaptığını öğrenmiştim. İkitelli’de sanayide torna işinde çalışıyormuş, yazları da memlekete fındık toplamaya gidiyormuş. O da benim üniversiteye hazırlanan bir öğrenci olduğumu öğrendi.

Arkamızdaki sırada iki çocuklu bir çift oturuyordu. Biri dört diğeri iki yaşlarında iki erkek çocukları vardı. Onlar için de koltuk parası ödememek için kucaklarına almışlardı. Bir çocuk kucakta ne kadar durabilir ki? Bunlar hiç durmuyordu. Koridorda bağıra çağıra dolanıyorlardı. Anne-babaları da başedemiyordu.

-       “Şimdiki çocukları çok şımartıyorlar. Eğitmesini bilmiyorlar”
-       “Senin var mı çocuk abi?”
-       “Yok”

Çünkü bir kadın da yoktu hayatında.

-       “Benim biraderin 9 yaşında bir oğlu var beni görünce mum gibi durur.”
-       “Sen mi eğittin?”
-       “Evet”
-       “Nasıl?”
-       “Çocuğun her istediğini yapmıycan. Her istediğini yaparsan şımarır. Lunaparka götürdüm bir gün, istediği her şeye bindirdim. Artık gidelim diyorum, ağlıyor, yine binmek istiyor. Tuttum kulaklarından eve götürdüm. Abimler de yoktu bana emanet etmişlerdi. Kulağının altına iki tokat attım, düştüğü yerden iki saat kalkamadı. Ondan sonra da bir daha şımarıklık yapmadı”

Aslında Recep abi “eğitmesini bilmiyorlar” derken “dövmesini bilmiyorlar” demek istiyordu. İyi ki evlenmemiş. Zaten herkes evlenecek diye bir kural yok. Öyle bir kural yok ama yine toplum herkesin evlenmesini istiyor. Kocalarını ve karılarını baştan çıkarabilecek elleri siklerinde başıboş bırakılmış insanlar istemiyorlardı. Toplum Tornacı Recep’in de evlenmesini istiyordu. Onun da tokatlayacak bir karısı ve çocuğu neden olmasındı.

-       “Trabzon’un neresindensin?” dedi Tornacı Recep
-       “Trabzonlu değilim ben abi Mardinliyim”
-       “Trabzon’da ne işin var?”
-       “Liseden arkadaşım oralı. Köyde fındık topluycam onlarla. Her zaman gitmek istemişimdir Trabzon’a. Fındık toplamak da bahane oldu”
-       “Mardin de güzel yerdir.”
-       “Gittin mi daha önce”
-       “Askerliği orda yaptım. Çok güzel yer ama oraların halkı hep PeKaKa. İnsanlar eğitimsiz. PeKaKa onlara kandırıyor.”
-       “Tabi devlet de zamanında hep yanlış davranışlarda bulunmuş insanlara. Devlet ordaki insanlara kötü davranmasa PKK de güçlenmezdi”
-       “Bunu yapanlar kim biliyor musun işte?”
-       “Kim abi?”
-       “Hep koministler!”
-       “Devlet komünistlerin elinde mi?”
-       “Bu olayları doğuda yapanlar devletteki komünistler”

Neler duyuyordum böyle. Bu adam kimbilir daha neler biliyordu. Allah korusun otobüsümüz bir kaza geçirse ikinci bir Susurluk olabilirdik Recep abiyle. Bu bildikleriyle onu fazla yaşatmazlar diye düşündüm.

Çay ve kek servisi başlayınca Recep abiyi bir heyecan sardı. Kafasını sağdan soldan uzatarak muavini takip ediyordu.

-       “Geçen defaki kekleri Eti’nindi. Şimdi Ülker’inkini dağıtıyorlar”
-       “….”
-       “Sen ne içeceksin?”
-       “Bilmem sen?
-       “Geçen defa yanımdakiyle çay istedik. Adam çayı benim üstume dökmesin mi! Yandım resmen. O anda refleksle adama bir tokat attım ki sorma. Sonra pişman oldum ama elimde değildi.”

Muavin geldi.

-       “ Ne içersiniz?”
-       “Kola” dedim.
-       “Çay” dedi Recep. Muavin tam giderken,
-       “Bir kek daha alabilir miyim?” dedi

Çayı kendisi döktüğü zaman da yanındakine tokat atıyor muydu acaba?

-       “Ben aslında her zaman motorla gidip gelirim Trabzon’a. Bu son iki gidişimde sadece otobüse bindim.”
-       “Motorla İstanbul’dan Trabzon’a mı gidiyordun?”
-       “Evet”
-       “Korkmuyor muydun bu dağ başında kalırım diye?”
-       “Hiç kalmadım Allah’a şükür ama kalsam ne olacak ki!”

Doğru söylüyordu. Bu adamın dağ başında mahsur kalması ayı ve kurtların tokatlanma tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını gösterirdi sadece.

Recep abi heyecanlı bir şekilde yol kenarındaki işaret ve yol tabelalarını göstererek:

-       “Bak bak üzerindeki delikleri görüyor musun?”
-       “ Göremiyorum abi”
-       “Nasıl göremiyorsun, bak hepsini ben açtım silahla”
-       “Silahla mı?”
-       “Evet motorla yolda giderken tabelalara ateş etmeyi çok seviyorum”

Tornacı Recep Toynaksiken Recep çıktı. Eğer önyargılarıma güvenseydim bu adam İstanbul’daki akraba ziyaretinden Trabzon’daki ailesinin yanına gidiyordu. Recep abiyi bir an gözümün önünde motor üstünde elinde silahla tabelalara ateş edip giderken gördüm. Otobüste oturmasından daha heyecanlı olduğu kesindi. Onun otobüste ne işi vardı hatta. Otobüs biz sıradan insanlar içindi. Her yüz kişiden biri sadece motorla İstanbul’dan Trabzon’a giderdi. Özel bir adamdı Tornacı Recep.

Recep’in dürtmeleri yüzünden uzun bir süre uyuyamadım. Ateş ettiği tabelaları bana gösterip duruyordu. Neyse ki mermisi bitmiş olmalı ki bir ara uzun bir süre konuşmadı ve o arada uyumuşum.

Recep Abi sabah beni uyandırdı. Mola. Kendisi hiç uyumamıştı herhalde. Cin gibiydi. Madem uyumayacaktın ne diye cam kenarında oturdun sanki pezevenk. Sırf tabelalardaki deliklere bakmak için oturmuştu.

Kahvaltı tabağı aldım. Üç bardak da çay içtim. 35 Lira hesap ödedim. Dinlenme tesisleri insanlar hazine bulup yola çıkıyor sanıyorlar. Recep abi terasta sadece bir bardak çay içti. Yolculuk boyunca toplam beş dinlenme tesisinde yedi çay ve beş tuvalet parası için para harcayacaktı sadece.

Mola süremiz bitmiş otobüste şoförü bekliyorduk. Bu sırada temiz giyimli, altmış beş yaşlarında, bakımlı, halinden tavrından anlaşıldığı kadarıyla tabelalara ateş etmeyen bir adam ön sıralarda birisiyle tartışıyordu. Muavin de katıldı tartışmaya:

-       “Lütfen beyefendiye söyler misiniz yerimden kalksın. Özellikle cam kenarı aldım ben” dedi temiz adam.
-       “Kardeşim 750 kilometredir burda oturuyorum. 10 saattir yanlış yerde mi oturuyorum” dedi cam kenarında oturan ve kalkmak istemeyen adam.
-       “Abicim haklısın ama Beyefendi Samsun’dan katılıyor bize. Buraya kadar tek oturdun. Cam kenarı almış beyefendi.”
-       “Banane kardeşim kalkmıyorum ben”
-       “Sizi arkada cam kenarında bir yere alalım beyefendi” dedi muavin temiz adama
-       “Hayır efendim ne münasebet. Ben koltuğumu istiyorum”

İyice kilit bir hal alıyordu olay. Herkes benim gibi kanaatkar değildi işte. Ben bu adam kadar diretsem çoktan tokadı yemiştim Recep’ten. Recep kulağıma fısıldayarak:

-       “Bak her otobüste mutlaka manyak, arıza bir adam olur. Bu otobüsün arızası da bu adam” dedi temiz adamı kastederek.

Şoför yavaş yavaş hareket etmeye başladı ama sorun çözülebilmiş değildi. Temiz adam

-       “Ben böyle ayakta mı gideceğim, lütfen bana koltuğumu verir misiniz, yoksa sizi şikayet edeceğim” dedi muavine.
-       “Abicim sen o zaman gel benimle arkaya, sana cam kenarı verelim orda” dedi muavin oturan adama
-       “Hayır kardeşim ne demek ben 750 km’dir bu koltukta oturuyorum”
-       “Tamam abicim kalk işte biraz çok oturmuşsun zaten” dedi muavin artık sinirle.
-       “Ben müşteriyim kardeşim bana sesini yükseltemezsin”
-       “Müşteriysen peygamber misin amk!” dedi muavin ve bir yumruk attı oturan adama

Ortalık karıştı bir anda. Recep de yanımdan nasıl fırladı anlayamadım. Kavga dışarıya taştı. Temiz giyimli adam bir kenara çekilmiş dehşet içinde kavgayı seyrediyordu. Muavini zor sakinleştirdiler. Yolcu bavulunu isteyip otobüsten ayrıldı. Temiz giyimli adam da bir taksiye binip uzaklaştı. Tekrar otobüse binmeye götü yemedi. İnenler tekrar otobüse bindi. Şoför tüm yolculardan özür diledi ve yolculuğumuza kaldığımız yerden devam ettik.  Uğruna kavga edilen koltuk şimdi boştu. Bu kadar adalet sağlayabiliyorduk. Akıl ve komplekslerimiz bizi en azından bir cinayete kadar götürmemişti. Recep gelip yerine oturdu. (daha doğrusu benim yerime.)

-       “Bak böyle manyak adamlar adamı katil eder işte. Geldi pisliğini çıkardı gitti. Burnu bile kanamadı. Ben iyi tanırım böyle adamları. Birkaç sene önce Giresun’da kırmızı ışıkta durdum motorumla. Sigaram bitmişti. Baktım yakında bir tane dükkan var. Yeşil ışık yanana kadar bir sigara alır gelirim dedim. Ben sigara alırken yeşil ışık yandı. Bakkal para üstünü bir türlü veremiyordu. Benim motorun arkasında trafik oldu tabi. Neyse ben tam para üstünü aldım baktım biri benim motoru kenara çekiyor. Tabi cinlerim tepeme çıktı. Sen misin benim motoru yoldan çeken. Adamı bir tokatladım, bir dövdüm ki sorma. Elimden zor aldılar. Karakola götürdüler. Adamdan özür diledim, hastane masraflarını ödedim bıraktılar beni. Özür dilemeyecektim de polisle uğraşmayayım dedim şimdi.”
-       “Sonuçta sen haklısın abi ne olmuş yani ışıklarda birkaç dakika bekledilerse. Onların da sigarası bitebilirdi.”       
-       “Sonuçta hepimiz insanız yeğenim, her şey insanlar için. Hata da. Peygamber efendimiz ‘Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi yaptırma’ demiş”
-       “Bu arada yedekteki kekini arkadaki küçük çocuk yedi abi”
-       “Eğitim yoksa her boku da yerler.”

Uykumu alamamıştım ve curcunadan başım ağrımıştı. Biraz daha uyudum. Yine bir dürtüyle uyandım. Recep,

-       “Bak bu ışıklarda dövmüştüm adamı”

Recep abinin hatıralarına saygı duyuyordum. Duygusal adamdı bu tornacı herhalde. Öyle heyecanlı anlatıyordu ki,

-       “Motorumu tam şuraya bırakırken yakaladım onu. Kulağının altına öyle bir tokat attım ki etrafında üç tur attı.”

Trabzon'a merkeze yaklaşıyorduk. Recep abi inmek için hazırlanmaya başladı.

-       “Hakkını helal et kardeş, İkitelli’ye yolun düşerse beklerim.”
-       “Teşekkürler abi. İnşallah görüşürüz.”
-       “Sen bir yarım saat daha gideceksin burdan. Merkez’den Araklı’ya dolmuşlar var zaten.”
-       “Eyvallah abi sağol”
-       “Araklı’da askerlik şubesinin orda inersin. Merkezdir orası. Arkadaşın seni ordan alır”
-       “Tamam abi. Allah razı olsun”
-       “Arkadaşın gecikirse de şubenin karşısında kahve var, orda oturup çay içersin.”
-       “Eyvllah abi, sağol.”
-       “Hadi Allah’a emanet ol.”
-       “Sen de abi

Sanki Araklı’ya nasıl gideceğimle ilgili bir problemim varmış gibi konuşmuştu. Eli sadece tokat için değil yardım için de uzanıyormuş.

Hafiften yağmur da başlamıştı. İstanbul’da hava güzel olduğu için hazırlıksız yakalanmıştı Tornacı Recep. Yağmuru özlemiş gibiydi. Kaçmıyordu. Bir sigara yaktı. O dumanını üflerken biz de Trabzon merkeze doğru yol aldık. Oradan Araklı’ya geçecektim. Askerlik şubesinin oraya. Arkadaşım gecikirse de bir çay içecektim.

             2 Ocak 2016           PAT

                              patoyku@gmail.com 

                             www.facebook.com/pat.oyku