“Birbirini tanımayan insanlar birbirlerine daha rahat yalan
söyleyebiliyorlardı demek. Ya da yalancı demeyelim de pazarlık mı diyelim.
Pazarlıkta söylenen yalan, yalan değildir mi diyelim?”
Telefon çalıyor…
-
Alo!
-
Merhaba
-
Merhaba
-
Ben satılık tarla ilanınız için aradım.
-
Evet, buyrun.
Tarlanın özellikleri hakkında konuştuk. Yola ve köye ne
kadar uzak, hisseli mi, üzerinde ipotek var mı, su ve elektrik durumu nedir,
imar durumu nedir, bağ evi yapılabilir mi ? vs… Toprağı beğendim.
-
40 bin lira demişsiniz. Benim param cebimde,
alıcıyım. Seni uğraştırmam. 35 bin’e tamam diyorsan gelip bakayım. Beğenirsem
alırım.
Toprağın sahibiyle konuştuktan sonra beni aradı ve
-
Tamam abi 35 bin. Kabul etti sahibi.
-
Tamam yarın görüşürüz o zaman.
Toprağın yerini ve özelliklerini beğendiğim için fiyatı da
iyiydi.
Derken 15-20 dk sonra
bir telefon geldi.
-
Selamünaleyküm
-
Aleykümselam
-
Siz bizim toprak için aramışsınız galiba.
-
Evet.
-
Biz hastanedeyiz şimdi. Babam yoğun bakımda.
Hatta beyin ölümü gerçekleşmiş durumda. Yani gelseniz bile tapuyu alamazsınız
Şaşırdım. Ulan daha az önce emlakçı adamları arayıp pazarlık
yapmıştı. 10 dakika içinde mi öldü bu adam. Yalan mı söylüyorlar doğru mu acaba
gelgitleri yaşarken ağzımdan sadece
-
Başınız sağolsun.
Sözü çıkabildi.
-
Tamam o zaman kısmet değilmiş
diyerek de sözümü tamamladım.
-
İnan şimdi yoğun bakımdayız, beyin ölümü
gerçekleşti.
Hala inanmıyordum. Toprağı alamayacağım için üzgündüm. Adamın
ses tonunda beyin ölümü gerçekleşmiş bir babanın oğul ses tonu yoktu.
Bir tane tek toprak yoktu ya. İnetrnetten aynı fiyatlarda
başka bir tarla buldum hemen. Emlakçıyı aradım. Daha önceki emlakçıyla
konuşmama benzer şeyler konuştuk. Zaten konu ve sorular aynıydı. 3-5 emlakçıyla
konuştuktan sonra soruları ezberliyordunuz. Daha sonraki konuşmalarımda artık
soruları art arda hemen sorunca acayip bu işin piçiymişim gibi hissediyor ve
hissettiriyordum. Emlakçı,
-
Tamam yarın bekliyorum.
diyerek kapattı telefonu.
Yolculuk İstanbul’dan Çanakkale’yeydi. Amcaoğlum Çetin ve
dostum Kadri de bana eşlik ediyordu. Hem ziyaret hem de ticaret niyetli bir
yolculuktu.
5 saatlik bir yolculuğun ardından sabah saat 10.00’da
tarlanın bulunduğu köydeydik. Köy meydanında bulunan bir kahveye oturduk.
Köylülere selam verip güneş gözlüklerimizi çıkarmadan bir masaya oturduk. Huzurla
çaylarını yudumlayan köylülerin kafalarına merak tohumlarını ektik. Kimdi
bunlar?!!!
Kahveci ne içmek istediğimizi sordu. 3 çay dedim herkesin
adına. Kahveci tam giderken “oralet var mı” dedim. Amcaoğlum ve Kadri’de
kuşburnu sordular. Kahveci ikisine de var dedi. Biz yine de “çay getir” dedik.
Gözümüzden çıkarmadığımız güneş gözlüklerimiz ve sipariş verirkenki tavrımızla
kahvedekileri tedirgin etmiştik.
Çayımızı bitirmemizle emlakçımızın gelmesi bir oldu. Döküntü
bir Broadway marka araba ile kahvenin önünde durdu. Genç ve orta boylarda
biriydi. Üzerinde şık bir gömlek ve kısa paça bir kot pantolon ve altınada yine
şık bir ayakkabı giymişti. Broadway’in
adamı değildi. Emlakçıyla birlikte toprağını satın alacağımız adamın yeğeni de
gelmişti. Şişman salaş giyinmiş otuzlu yaşlarda biriydi.
Emlakçı arabımızı düzgün bir yere park edip Broadway’e
binmemizi istedi. Ben arabımızla gelebileceğimizi söylesem de kabul etmedi. 5
kişi Broadway’e doluştuk. Kapıyı kapatmamızla içerinin toz dolması bir oldu.
Asfaltlı köy yolundan topraklı tarla yoluna saptık. Yollar
çok kötüydü ve arabanın altı sürekli vuruyordu. Araba dokuz canlıydı. Birden
toprak yolda bitti ve araba tarlaya daldı. Traktörün zor geçtiği yollardan
Broadway geçiyordu. Düz duvara sürse tırmanacaktı araba. Arabanın içinde bir o
yana bir bu yana çarpa çarpa ilerliyorduk. Arkadaşlarla “nereye gidiyoruz len”
bakışı attık birbirimize.
Emlakçı
-
Ben her sene 1-2 Broadway atıyorum böyle
diyerek Broadway’i gözden çıkardığını itiraf ediyordu.
-
Abi ben bu toğrağı alsam bile bir daha bulamam.
-
Bulursun abi ya çok basit. İlk defa olduğu için
çok karışık geldi sana.
Sonunda tarlaya gelebildik. Güzel görünüyordu. Diktörtgen
şeklinde uzun ince bir tarlaydı. Yan taraflarındaki tarlalarda insanlar meyve
ve sebze yetiştiriyordu. Tarla güzeldi ama dediğim gibi yolu çok sapaydı.
Amcaoğlum bana yaklaşarak pazarlığı iyi yapmamı tembihledi.
-
“Güzel abi tarla. Sen şimdi ne istiyorsun bu
toprağa” dedim
-
35 bin dedik ya abi.
-
35 çok değil mi ya?
-
“Bak abi buranın domatesi müthiş olur. Domates
ektin mi hemen çıkar”
diye söze karıştı toprak
sahibinin yeğeni. Domatesi çok güzel olan bu tarla için bu para iyidir mesajı
veriyordu.
-
Abi siz bana biraz daha indirim yapın. 32 yapın.
-
“Buranın asıl biberi iyidir. Şurdan da suyunu
alırsın. Bak suyu da hazır”
dedi emlakçı. Bunlar pazarlığı para üzerinden değil domates
ve biber üzerinden sürdürüyorlardı. Amcaoğlum da 32 bin lirada ısrar etmemi
istiyordu. Amaca oğlu ve domates arasında kalmıştım. Halbuki ben 35 bin liraya tamamdım.
-
34 bin’de anlaşalım hadi o zaman. Bak ben sizi
uğraştırmıyorum. Alıcıyım. Param cebimde.
-
“Bak buranın maydanozları meşhurdur”
diye lafa girdi yeğen ama emlakçı sözünü keserek “tamam abi”
diyerek maydanozları ağzına tıktı. Broadway’e binip tekrar köy meydanına
döndük. Arabadan inip onları takip etmek üzere arabamıza doğru gittik. Arabaya
doğru giderken
-
Daha da indirebilirdin fiyattan. Çok çabuk kabul
ettin.
Diyerek memnuniyetsizliğini belirtti amcaoğlu.
-
“Evet bence de 30 bin liraya ikna edebilirdin
adamları” diyerek amcaoğlumla destek verdi Kadri.
-
Amk. Siz de karışsaydınız o zaman pazarlığa.
Şimdi mi söylüyorsunuz. Adam domates, biber diyordu o zaman konuşsaydınız.
-
“Sen kabul edince biz de bir şey diyemedik” dedi
amcaoğlu.
-
Neyse ne amk. Zaten 38 bin liraydı. 34 kötü para
değil.
Diyordum ama içimden de “evet, çabuk kabul ettim” diyordum.
Yeğeni köyde bırakıp tapu için ilçe merkezine doğru yol
almaya başladık emlakçıyla. Emlakçı yolun ortasına Broadway’i park edip ofise
geçti ve bizim de inmemizi istedi. Broadway’in üzerinden anahtarı almıyordu
emlakçı ve camlarını falan da açık bırakıyordu.
Emlakçının duvarında yay ve ok aksesuarı olan ofisene
girdik. İlçeye yapılacak olası bir saldırıda kullanılmak üzere duvarda asılı
bekliyordu.
-
“Size ne ikram edeyim” dedi emlakçı.
-
Ben çay içerim.
-
Ben de bir su alayım.
-
Ben de bir orta şekerli kahve alayım.
-
Ya sen benim çayı iptal et ben de kahve alayım.
-
Ben de o zaman bir su ve kahve alayım.
-
Zaten kahvenin yanında su geliyor.
-
O zaman su iptal bana şekerli bir kahve.
-
Bizim kahvelerde şekerli olsun ya. Orta
şekerliyi iptal et.
-
“ üç şekerli kahve istiyorum” diyerek yaptığımız zulme son verdi emlakçı.
Her şey planladığım gibi gidiyordu. Gelir gelmez tarlayı
görmüş ve beğenmiştik. Birazdan da tapu işini halledecektik.
Üç şekerli kahvemizi içerken,
-
“Tapuya hemen gidelim istersen zaman
kaybetmeyelim. Öğlen on iki’den sonra tapu işlemi kabul etmiyorlar çünkü” dedim.
-
Abi tapu işlemleri değişti. Eskiden hemen
hallediyorlardı ama şimdi önce ilçe tarıma dilekçe yazmamız gerekiyor. Onlardan
cevap geldikten sonra tapuyu halledebiliyoruz. Yani bir günde bitecek iş değil.
2-3 gün sürer en az.
-
Benim o kadar zamanım yok ki. Ne yapabiliriz?
-
Sen bana vekaletname vereceksin ben yapacam
Noter, tapu, belediye tarzı işleri çok bilmediğim için “
sakata gelmeyeyim len” tedirginliğiyle karşı karşıya buldum kendimi. Fakat
biraz sohbet ettikten sonra sakat bir iş olmadığını anladım üstelik emlakçı da
güven veren bir tipti.
Emlakçıyla Broadway’e bindik. Araba bıraktığımız yerde
değildi. Birileri alıp düzgün bir yere park etmişti. Önce bir fotoğrafçıya
gittik, noterde fotoğraf lazım olacaktı. Şişman, 60 yaşlarında bir
fotoğrafçının yanına gittik. İçeride bir subayla tartışıyordu.
-
Komutanım(subaya komutanım diyordu) kuzeniniz
benim sanatıma karışıyor ama.
-
Kardeşim sen fotoğrafçı değil misin. Ben senden
ne istiyorsam onu yap. Adam sana arka fona şelale, dağ fotoğrafı koyma demiş.
Sen neden ısrar ediyorsun.
Masanın üstünde komutanın kuzeninin düğün fotoğrafları
duruyordu. Gelin ve damat şelale, geyik fonunun önünde öpüşüyorlardı. Anadolu
insanı şelale önünde sevişme fantezisini seviyordu. Halbuki zaman değişmişti.
Gençler şelale önünde değil kafelerde buluşuyor,arkadaş evlerinde ya da günlük
kiralık dairelerde de sevişiyordu. Arka fonda bir kiralık ev olabilirdi.
Fotoğraflarımızı alıp notere doğru yola çıktık. Emlakçı
arabanın kapı ve camlarını açık bırakarak yine yolun ortasına park etti.
-
Abi düzgün bir yere park etseydik arabayı, yolu
kapatıyoruz.
-
Bir şey olmaz rahat ol. Bütün ilçe tanır
arabayı.
Noter dördüncü kattaydı ve asansörü bozuktu. Üçüncü kata
emlakçıya bir telefon geldi.
-
Efendim abi, evet, evet, evet. Abi biz bu
toprağı sattık ama adama (memnuniyetsiz ifadelerle telefondaki adama
hareketlerde bulunuyor) e ne olacak peki, tamam abi, tamam, tamam, olmaz ama
böyle, tamam.
Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı.
-
Adam toprağı satmaktan vazgeçti.
-
Nasıl yani ya
-
Karısı izin vermiyormuş
-
Karısı şimdi mi öğrenmiş amk. İki gündür
telefonda konuşuyoruz.
-
Açlıktan ölüyor pezevenk satmıycam diyor.
-
Abi kızsaydın adama niye tamam diyorsun.
-
Şerefsizin biri bu adam. Her gün kafamı
ütülüyordu satılmadı mı diye. Boğazına kadar borca batmış. Bu tarla üzerine 20
bin lira kredi çekti Ziraat’ten onu ödeyemiyor.
-
Bir de ipotek mi vardı toprağın üstünde.
İpotekli toprak almam zaten.
-
İpoteği kolay abi. Öderdik kalkardı.
İpotek lafını duyunca iyi ki olmadı dedim.
Dışarı çıktık. Broadway’i nereye park ettiklerini bulamadık
önce. Bir ara sokakta bulduk sonra. Tekrar ofise geçtik. Amcaoğlum ve Kadri
ofiste bizi bekliyordu. Ofise girdik.
-
“Ne yaptınız” dedi amcaoğlu.
-
Vazgeçti şerefsiz.
-
Nasıl vazgeçer ya!
-
Karısı istemiyormuş.
-
Yalan söylüyordur.
-
“Şerefsiz boğazına kadar borca batmış. Yeğeniyle
konuştum şimdi. Onu da arayıp 200 lira borç istemiş az önce.” Dedi emlakçı
-
“Kesin bu dedi benim toprağıma bak alıcı çıkıyor
ben bunu daha pahalıya da satarım dedi” iddiasında bulunarak meseleyi
genişletti amcaoğlu.
-
“Kesin karısı haklıdır. Bu namussuz Allah bilir
malı mülkü batırmıştır karısı bari bu tarla kalsın demiştir.” dedim.
-
“Bence karısının haberi yoktur bile. Bu belki
şimdi daha pahalıya başka bir alıcı bulmuştur” diyerek zayıf bir teori attı
ortaya Kadri.
-
“Yok be ya kime satacak. Beter olsun amk. Tarlasını
satarsam siksinler beni” diyerek meseleye erotizm kattı emlakçı.
Adamın satmaktan niçin vazgeçtiğini bilmesek bile bu tarlayı
alamayacağımızı biliyorduk. Fazla zamanımız yoktu ve en geç yarına kadar bir
tarla bulmalıydık. Gelmişken elimiz boş dönmek istemiyorduk.
Emlakçı bize bir şey satmaya kararlıydı. Birkaç dostunu
aradı ve bize başka bir tarla buldu.
-
Bu da yine aynı köyde ama bunun yeri daha iyi,
yola yakın.
-
“İyi abi, ona bakalım. Her şeyde bir hayır
vardır. Tarla mı kalmadı sanki” dedim büyük bir olgunluk ve iyimserlikle.
Asfaltlı köy yolundan yine toprak yola saptı Broadway. Tabii
ki Broadway’in peşinden gitmedim. Arabamı mahvetmeye niyetim yoktu. Emlakçı
durduğumuzu görünce o da durdu.
-
“Niye durdunuz? Bi şey olmaz be ya. Yakın zaten.
Yürüyerek bile gidilir. Dur hatta biz de inelim o zaman” dedi
Emlakçı ve asistanı da indi arabadan. Tabii arabayı yine
yolun ortasında bırakarak.
Emlakçı köyün yerlisi olan Fuat abiyi aradı. Fuat
ilgileniyordu çoğu toprakla. Diyelim ki birinin toprağı var ama köyde
yaşamıyor. Onun toprağına Fuat bakıyor. Toprağı işliyor ediyor. Toprak sahibine
de küçük sembolik bir kira ödüyordu. Maksat toprağa biri sahip çıksın. Satmak
istedikleri zaman da Fuat ilgileniyordu. Güveniyorlardı ona.
Fuat abiyle tanıştık. Zayıf, kısa boylu, ellili yaşlarında
çevik bir adamdı. Bize toprağı gösterdi. Güzeldi tarla. Yola yakındı ve
çevresinde bahçeli evler vardı. Birkaç sene içerisinde evler çoğalırdı ve
yakında imar vermeye başlarlardı.
Emlakçı komisyonu Fuat ile paylaşacağını söyledi. Tarla
sahiplerini Fuat’ın tanıdığını ve pazarlığı da onunla yapacağımı belirtti.
Fuat 36 bin istedi. Amcaoğlum 30 bin’de ısrar etmemi istedi.
30 bin dedim.
-
“Ne! 30 bin mi? Geçen biri 32 bin lira Verdi
vallahi vermedik.” dedi Fuat.
-
“ Paramız cebimizde, alıcıyız abi. Hiç
uğraştırmayacaz. Tamam de, tapuya gidelim hemen” dedim.
“Bir telefon etmem gerekiyor” dedi toprak sahibine Fuat
abi. 32 bin liraya da tamam demeye
hazırdım ben. Çünkü tarlanın konumu ve metrekaresi çok iyiydi. Fuat’tan değil
ama amcaoğlumdan korkuyordum. 30 bin liraya almazsam eğer kendimi iyi
hissetmeme mani olacaktı.
Fuat abi tamam dedi 30 bin liraya. Vay amk! 32 bin liraya
hayır deyip 30 bin liraya evet diyordu. Biz de sormadık adama 32 bine vermediğin
yeri niye 30’a veriyosun diye. O da gayet rahattı. Birbirini tanımayan insanlar
birbirlerine daha rahat yalan söyleyebiliyorlardı demek. Ya da yalancı
demeyelim de pazarlık mı diyelim. Pazarlıkta söylenen yalan, yalan değildir mi
diyelim? Pazarlıkta yalan caizdir diyelim. Ya da uyanıklık diyelim. Uyanıklık
iyi bir şeydir. Pazarlıkta söylenen yalan uyanıklıktır. O zaman pazarlıkta
yalan iyidir. Ya da eşşeğin siki!
Güzel olmuştu. Hem Fuat hem ben hem emlakçı hem amcaoğlum
memnundu bu pazarlıktan. Noterden vekaletnameyi emlakçıya verip amcaoğlu ve
Kadri’yle Çanakkale merkeze doğru yola çıktık. Yolda Kadri,
-
“ Bence Fuat ve emlakçı tarla sahibine 28 bin
falan demişlerdir. 2 bin lirayı kendileri yiyecekler”
“Çok güvenirseniz aldatılırsınız ama hiç güvenmezseniz
hayatınız azabla geçer” kimin lafıydı len!!!
26 Mayıs 2016 PAT
patoyku@gmail.com
www.facebook.com/pat.oyku
patoyku@gmail.com
www.facebook.com/pat.oyku