26 Mayıs 2016 Perşembe

DOMATES, BİBER, BROADWAY

“Birbirini tanımayan insanlar birbirlerine daha rahat yalan söyleyebiliyorlardı demek. Ya da yalancı demeyelim de pazarlık mı diyelim. Pazarlıkta söylenen yalan, yalan değildir mi diyelim?”

Telefon çalıyor…

-       Alo!
-       Merhaba
-       Merhaba
-       Ben satılık tarla ilanınız için aradım.
-       Evet, buyrun.

Tarlanın özellikleri hakkında konuştuk. Yola ve köye ne kadar uzak, hisseli mi, üzerinde ipotek var mı, su ve elektrik durumu nedir, imar durumu nedir, bağ evi yapılabilir mi ? vs… Toprağı beğendim.

-       40 bin lira demişsiniz. Benim param cebimde, alıcıyım. Seni uğraştırmam. 35 bin’e tamam diyorsan gelip bakayım. Beğenirsem alırım.

Toprağın sahibiyle konuştuktan sonra beni aradı ve

-       Tamam abi 35 bin. Kabul etti sahibi.
-       Tamam yarın görüşürüz o zaman.

Toprağın yerini ve özelliklerini beğendiğim için fiyatı da iyiydi.

 Derken 15-20 dk sonra bir telefon geldi.

-       Selamünaleyküm
-       Aleykümselam
-       Siz bizim toprak için aramışsınız galiba.
-       Evet.
-       Biz hastanedeyiz şimdi. Babam yoğun bakımda. Hatta beyin ölümü gerçekleşmiş durumda. Yani gelseniz bile tapuyu alamazsınız

Şaşırdım. Ulan daha az önce emlakçı adamları arayıp pazarlık yapmıştı. 10 dakika içinde mi öldü bu adam. Yalan mı söylüyorlar doğru mu acaba gelgitleri yaşarken ağzımdan sadece

-       Başınız sağolsun.

Sözü çıkabildi.

-       Tamam o zaman kısmet değilmiş

diyerek de sözümü tamamladım.

-       İnan şimdi yoğun bakımdayız, beyin ölümü gerçekleşti.

Hala inanmıyordum. Toprağı alamayacağım için üzgündüm. Adamın ses tonunda beyin ölümü gerçekleşmiş bir babanın oğul ses tonu yoktu.

Bir tane tek toprak yoktu ya. İnetrnetten aynı fiyatlarda başka bir tarla buldum hemen. Emlakçıyı aradım. Daha önceki emlakçıyla konuşmama benzer şeyler konuştuk. Zaten konu ve sorular aynıydı. 3-5 emlakçıyla konuştuktan sonra soruları ezberliyordunuz. Daha sonraki konuşmalarımda artık soruları art arda hemen sorunca acayip bu işin piçiymişim gibi hissediyor ve hissettiriyordum. Emlakçı,

-       Tamam yarın bekliyorum.

diyerek kapattı telefonu.

Yolculuk İstanbul’dan Çanakkale’yeydi. Amcaoğlum Çetin ve dostum Kadri de bana eşlik ediyordu. Hem ziyaret hem de ticaret niyetli bir yolculuktu.

5 saatlik bir yolculuğun ardından sabah saat 10.00’da tarlanın bulunduğu köydeydik. Köy meydanında bulunan bir kahveye oturduk. Köylülere selam verip güneş gözlüklerimizi çıkarmadan bir masaya oturduk. Huzurla çaylarını yudumlayan köylülerin kafalarına merak tohumlarını ektik. Kimdi bunlar?!!!

Kahveci ne içmek istediğimizi sordu. 3 çay dedim herkesin adına. Kahveci tam giderken “oralet var mı” dedim. Amcaoğlum ve Kadri’de kuşburnu sordular. Kahveci ikisine de var dedi. Biz yine de “çay getir” dedik. Gözümüzden çıkarmadığımız güneş gözlüklerimiz ve sipariş verirkenki tavrımızla kahvedekileri tedirgin etmiştik.

Çayımızı bitirmemizle emlakçımızın gelmesi bir oldu. Döküntü bir Broadway marka araba ile kahvenin önünde durdu. Genç ve orta boylarda biriydi. Üzerinde şık bir gömlek ve kısa paça bir kot pantolon ve altınada yine  şık bir ayakkabı giymişti. Broadway’in adamı değildi. Emlakçıyla birlikte toprağını satın alacağımız adamın yeğeni de gelmişti. Şişman salaş giyinmiş otuzlu yaşlarda biriydi.

Emlakçı arabımızı düzgün bir yere park edip Broadway’e binmemizi istedi. Ben arabımızla gelebileceğimizi söylesem de kabul etmedi. 5 kişi Broadway’e doluştuk. Kapıyı kapatmamızla içerinin toz dolması bir oldu.

Asfaltlı köy yolundan topraklı tarla yoluna saptık. Yollar çok kötüydü ve arabanın altı sürekli vuruyordu. Araba dokuz canlıydı. Birden toprak yolda bitti ve araba tarlaya daldı. Traktörün zor geçtiği yollardan Broadway geçiyordu. Düz duvara sürse tırmanacaktı araba. Arabanın içinde bir o yana bir bu yana çarpa çarpa ilerliyorduk. Arkadaşlarla “nereye gidiyoruz len” bakışı attık birbirimize.

Emlakçı

-       Ben her sene 1-2 Broadway atıyorum böyle

diyerek Broadway’i gözden çıkardığını itiraf ediyordu.

-       Abi ben bu toğrağı alsam bile bir daha bulamam.
-       Bulursun abi ya çok basit. İlk defa olduğu için çok karışık geldi sana.

Sonunda tarlaya gelebildik. Güzel görünüyordu. Diktörtgen şeklinde uzun ince bir tarlaydı. Yan taraflarındaki tarlalarda insanlar meyve ve sebze yetiştiriyordu. Tarla güzeldi ama dediğim gibi yolu çok sapaydı. Amcaoğlum bana yaklaşarak pazarlığı iyi yapmamı tembihledi.

-       “Güzel abi tarla. Sen şimdi ne istiyorsun bu toprağa” dedim
-       35 bin dedik ya abi.
-       35 çok değil mi ya?
-       “Bak abi buranın domatesi müthiş olur. Domates ektin mi hemen çıkar”

diye söze karıştı toprak sahibinin yeğeni. Domatesi çok güzel olan bu tarla için bu para iyidir mesajı veriyordu.

-       Abi siz bana biraz daha indirim yapın. 32 yapın.
-       “Buranın asıl biberi iyidir. Şurdan da suyunu alırsın. Bak suyu da hazır”

dedi emlakçı. Bunlar pazarlığı para üzerinden değil domates ve biber üzerinden sürdürüyorlardı. Amcaoğlum da 32 bin lirada ısrar etmemi istiyordu. Amaca oğlu ve domates arasında kalmıştım. Halbuki ben 35 bin liraya tamamdım.

-       34 bin’de anlaşalım hadi o zaman. Bak ben sizi uğraştırmıyorum. Alıcıyım. Param cebimde.
-       “Bak buranın maydanozları meşhurdur”

diye lafa girdi yeğen ama emlakçı sözünü keserek “tamam abi” diyerek maydanozları ağzına tıktı. Broadway’e binip tekrar köy meydanına döndük. Arabadan inip onları takip etmek üzere arabamıza doğru gittik. Arabaya doğru giderken

-       Daha da indirebilirdin fiyattan. Çok çabuk kabul ettin.

Diyerek memnuniyetsizliğini belirtti amcaoğlu.

-       “Evet bence de 30 bin liraya ikna edebilirdin adamları” diyerek amcaoğlumla destek verdi Kadri.
-       Amk. Siz de karışsaydınız o zaman pazarlığa. Şimdi mi söylüyorsunuz. Adam domates, biber diyordu o zaman konuşsaydınız.
-       “Sen kabul edince biz de bir şey diyemedik” dedi amcaoğlu.
-       Neyse ne amk. Zaten 38 bin liraydı. 34 kötü para değil.

Diyordum ama içimden de “evet, çabuk kabul ettim” diyordum.

Yeğeni köyde bırakıp tapu için ilçe merkezine doğru yol almaya başladık emlakçıyla. Emlakçı yolun ortasına Broadway’i park edip ofise geçti ve bizim de inmemizi istedi. Broadway’in üzerinden anahtarı almıyordu emlakçı ve camlarını falan da açık bırakıyordu.

Emlakçının duvarında yay ve ok aksesuarı olan ofisene girdik. İlçeye yapılacak olası bir saldırıda kullanılmak üzere duvarda asılı bekliyordu.

-       “Size ne ikram edeyim” dedi emlakçı.
-       Ben çay içerim.
-       Ben de bir su alayım.
-       Ben de bir orta şekerli kahve alayım.
-       Ya sen benim çayı iptal et ben de kahve alayım.
-       Ben de o zaman bir su ve kahve alayım.
-       Zaten kahvenin yanında su geliyor.
-       O zaman su iptal bana şekerli bir kahve.
-       Bizim kahvelerde şekerli olsun ya. Orta şekerliyi iptal et.
-       “ üç şekerli kahve istiyorum” diyerek  yaptığımız zulme son verdi  emlakçı.

Her şey planladığım gibi gidiyordu. Gelir gelmez tarlayı görmüş ve beğenmiştik. Birazdan da tapu işini halledecektik.

Üç şekerli kahvemizi içerken,

-       “Tapuya hemen gidelim istersen zaman kaybetmeyelim. Öğlen on iki’den sonra tapu işlemi kabul etmiyorlar çünkü”  dedim.
-       Abi tapu işlemleri değişti. Eskiden hemen hallediyorlardı ama şimdi önce ilçe tarıma dilekçe yazmamız gerekiyor. Onlardan cevap geldikten sonra tapuyu halledebiliyoruz. Yani bir günde bitecek iş değil. 2-3 gün sürer en az.
-       Benim o kadar zamanım yok ki. Ne yapabiliriz?
-       Sen bana vekaletname vereceksin ben yapacam

Noter, tapu, belediye tarzı işleri çok bilmediğim için “ sakata gelmeyeyim len” tedirginliğiyle karşı karşıya buldum kendimi. Fakat biraz sohbet ettikten sonra sakat bir iş olmadığını anladım üstelik emlakçı da güven veren bir tipti.

Emlakçıyla Broadway’e bindik. Araba bıraktığımız yerde değildi. Birileri alıp düzgün bir yere park etmişti. Önce bir fotoğrafçıya gittik, noterde fotoğraf lazım olacaktı. Şişman, 60 yaşlarında bir fotoğrafçının yanına gittik. İçeride bir subayla tartışıyordu.

-       Komutanım(subaya komutanım diyordu) kuzeniniz benim sanatıma karışıyor ama.
-       Kardeşim sen fotoğrafçı değil misin. Ben senden ne istiyorsam onu yap. Adam sana arka fona şelale, dağ fotoğrafı koyma demiş. Sen neden ısrar ediyorsun.

Masanın üstünde komutanın kuzeninin düğün fotoğrafları duruyordu. Gelin ve damat şelale, geyik fonunun önünde öpüşüyorlardı. Anadolu insanı şelale önünde sevişme fantezisini seviyordu. Halbuki zaman değişmişti. Gençler şelale önünde değil kafelerde buluşuyor,arkadaş evlerinde ya da günlük kiralık dairelerde de sevişiyordu. Arka fonda bir kiralık ev olabilirdi.

Fotoğraflarımızı alıp notere doğru yola çıktık. Emlakçı arabanın kapı ve camlarını açık bırakarak yine yolun ortasına park etti.

-       Abi düzgün bir yere park etseydik arabayı, yolu kapatıyoruz.
-       Bir şey olmaz rahat ol. Bütün ilçe tanır arabayı.

Noter dördüncü kattaydı ve asansörü bozuktu. Üçüncü kata emlakçıya bir telefon geldi.

-       Efendim abi, evet, evet, evet. Abi biz bu toprağı sattık ama adama (memnuniyetsiz ifadelerle telefondaki adama hareketlerde bulunuyor) e ne olacak peki, tamam abi, tamam, tamam, olmaz ama böyle, tamam.

Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı.

-       Adam toprağı satmaktan vazgeçti.
-       Nasıl yani ya
-       Karısı izin vermiyormuş
-       Karısı şimdi mi öğrenmiş amk. İki gündür telefonda konuşuyoruz.
-       Açlıktan ölüyor pezevenk satmıycam diyor.
-       Abi kızsaydın adama niye tamam diyorsun.
-       Şerefsizin biri bu adam. Her gün kafamı ütülüyordu satılmadı mı diye. Boğazına kadar borca batmış. Bu tarla üzerine 20 bin lira kredi çekti Ziraat’ten onu ödeyemiyor.
-       Bir de ipotek mi vardı toprağın üstünde. İpotekli toprak almam zaten.
-       İpoteği kolay abi. Öderdik kalkardı.

İpotek lafını duyunca iyi ki olmadı dedim.

Dışarı çıktık. Broadway’i nereye park ettiklerini bulamadık önce. Bir ara sokakta bulduk sonra. Tekrar ofise geçtik. Amcaoğlum ve Kadri ofiste bizi bekliyordu. Ofise girdik.

-       “Ne yaptınız” dedi amcaoğlu.
-       Vazgeçti şerefsiz.
-       Nasıl vazgeçer ya!
-       Karısı istemiyormuş.
-       Yalan söylüyordur.
-       “Şerefsiz boğazına kadar borca batmış. Yeğeniyle konuştum şimdi. Onu da arayıp 200 lira borç istemiş az önce.” Dedi emlakçı
-       “Kesin bu dedi benim toprağıma bak alıcı çıkıyor ben bunu daha pahalıya da satarım dedi” iddiasında bulunarak meseleyi genişletti amcaoğlu.
-       “Kesin karısı haklıdır. Bu namussuz Allah bilir malı mülkü batırmıştır karısı bari bu tarla kalsın demiştir.” dedim.
-       “Bence karısının haberi yoktur bile. Bu belki şimdi daha pahalıya başka bir alıcı bulmuştur” diyerek zayıf bir teori attı ortaya Kadri.
-       “Yok be ya  kime satacak. Beter olsun amk. Tarlasını satarsam siksinler beni” diyerek meseleye erotizm kattı emlakçı.

Adamın satmaktan niçin vazgeçtiğini bilmesek bile bu tarlayı alamayacağımızı biliyorduk. Fazla zamanımız yoktu ve en geç yarına kadar bir tarla bulmalıydık. Gelmişken elimiz boş dönmek istemiyorduk.

Emlakçı bize bir şey satmaya kararlıydı. Birkaç dostunu aradı ve bize başka bir tarla buldu.

-       Bu da yine aynı köyde ama bunun yeri daha iyi, yola yakın.
-       “İyi abi, ona bakalım. Her şeyde bir hayır vardır. Tarla mı kalmadı sanki” dedim büyük bir olgunluk ve iyimserlikle.

Asfaltlı köy yolundan yine toprak yola saptı Broadway. Tabii ki Broadway’in peşinden gitmedim. Arabamı mahvetmeye niyetim yoktu. Emlakçı durduğumuzu görünce o da durdu.

-       “Niye durdunuz? Bi şey olmaz be ya. Yakın zaten. Yürüyerek bile gidilir. Dur hatta biz de inelim o zaman” dedi

Emlakçı ve asistanı da indi arabadan. Tabii arabayı yine yolun ortasında bırakarak.

Emlakçı köyün yerlisi olan Fuat abiyi aradı. Fuat ilgileniyordu çoğu toprakla. Diyelim ki birinin toprağı var ama köyde yaşamıyor. Onun toprağına Fuat bakıyor. Toprağı işliyor ediyor. Toprak sahibine de küçük sembolik bir kira ödüyordu. Maksat toprağa biri sahip çıksın. Satmak istedikleri zaman da Fuat ilgileniyordu. Güveniyorlardı ona.

Fuat abiyle tanıştık. Zayıf, kısa boylu, ellili yaşlarında çevik bir adamdı. Bize toprağı gösterdi. Güzeldi tarla. Yola yakındı ve çevresinde bahçeli evler vardı. Birkaç sene içerisinde evler çoğalırdı ve yakında imar vermeye başlarlardı.

Emlakçı komisyonu Fuat ile paylaşacağını söyledi. Tarla sahiplerini Fuat’ın tanıdığını ve pazarlığı da onunla yapacağımı belirtti.

Fuat 36 bin istedi. Amcaoğlum 30 bin’de ısrar etmemi istedi. 30 bin dedim.

-       “Ne! 30 bin mi? Geçen biri 32 bin lira Verdi vallahi vermedik.”  dedi Fuat.
-       “ Paramız cebimizde, alıcıyız abi. Hiç uğraştırmayacaz. Tamam de, tapuya gidelim hemen” dedim.

“Bir telefon etmem gerekiyor” dedi toprak sahibine Fuat abi.  32 bin liraya da tamam demeye hazırdım ben. Çünkü tarlanın konumu ve metrekaresi çok iyiydi. Fuat’tan değil ama amcaoğlumdan korkuyordum. 30 bin liraya almazsam eğer kendimi iyi hissetmeme mani olacaktı.

Fuat abi tamam dedi 30 bin liraya. Vay amk! 32 bin liraya hayır deyip 30 bin liraya evet diyordu. Biz de sormadık adama 32 bine vermediğin yeri niye 30’a veriyosun diye. O da gayet rahattı. Birbirini tanımayan insanlar birbirlerine daha rahat yalan söyleyebiliyorlardı demek. Ya da yalancı demeyelim de pazarlık mı diyelim. Pazarlıkta söylenen yalan, yalan değildir mi diyelim? Pazarlıkta yalan caizdir diyelim. Ya da uyanıklık diyelim. Uyanıklık iyi bir şeydir. Pazarlıkta söylenen yalan uyanıklıktır. O zaman pazarlıkta yalan iyidir. Ya da eşşeğin siki!

Güzel olmuştu. Hem Fuat hem ben hem emlakçı hem amcaoğlum memnundu bu pazarlıktan. Noterden vekaletnameyi emlakçıya verip amcaoğlu ve Kadri’yle Çanakkale merkeze doğru yola çıktık. Yolda Kadri,

-       “ Bence Fuat ve emlakçı tarla sahibine 28 bin falan demişlerdir. 2 bin lirayı kendileri yiyecekler”

“Çok güvenirseniz aldatılırsınız ama hiç güvenmezseniz hayatınız azabla geçer” kimin lafıydı len!!!

                                                                                                                 26 Mayıs 2016   PAT
patoyku@gmail.com

www.facebook.com/pat.oyku