1 Haziran 2014 Pazar

RAMO VE JİLET


“Oturduğu koltuk koltuktan ziyade bir taht gibiydi. Yaptığı işe göre çok iddialıydı. Osmanlı döneminde öyle bir koltuğa oturabilmeniz için en az beş on kardeşinizi öldürmeniz gerekebilirdi.”

Bir televizyon çekimi için Diyarbakır’daydım. İstanbul’dan Diyarbakır’a arabayla gidemezdim. “Keşke benim de böyle bir arabam olsa” diyebileceğiniz bir arabam yoktu. En mantıklısı uçakla Diyarbakır’a gitmek ve orada araba kiralamaktı.

Havaalanında Servet ile buluştuk. Servet bana çekimlerde yardımcı olacak olan arkadaşın adıydı. 20 yaşında ve yaşıtlarına göre daha akıllı biriydi.

Araba kiralamak sandığım kadar kolay olmayacaktı. Diyarbakır’ı iyi bilmiyorduk. İşlek olmayan bir caddede araba kiralayan bir yer arıyorduk. Görünürlerde hiç rent a car’cı yoktu.

Güven ve zenginlik göstergelerinden uzak üzerinde “ Debriyaj Oto” yazan bir tabela çarptı gözümüze. Apartmanın ikinci katındaydı. Çok işimiz vardı ve zaman kaybetmek istemiyorduk. Arabamızın anahtarı bizi bekliyordu ama biz apartmanın girişini bulamıyorduk. Tuhaf bir yapısı vardı apartmanın. İnsanlar evlerine tırmanarak mı çıkıyorlardı. Hırsızlığa karşı müthiş bir apartman modeliydi. Sora sora apartmanın girişini bulabildik.

Apartmanın girişinden yoksulluk akıyordu. Duvarda aidatlarını ödemeyenlere yönelik sert mesajların olduğu geçen seneye ait bir kağıt vardı. Arabaya ihtiyacımız vardı, umudumuzu kaybetmemeliydik. Doğru apartmana mı girmiştik acaba. Bir insan burda para kazanabileceğini nasıl düşünebilirdi. Her şey müşteri memnuniyetsizliği içindi.

Evet, gerçekten Debriyaj Oto diye bir yer vardı. Kapıyı otuzlu yaşlarında, dişleri sarı, kundurası boyalı bir adam açtı. Bizi gördüğüne sevinmedi, sevinmiş gibi de yapmadı, zaten bekliyormuş gibi davrandı.

Kocaman bir masada karşısına oturttu bizi. Oturduğu koltuk koltuktan ziyade bir taht gibiydi. Yaptığı işe göre çok iddialıydı. Osmanlı döneminde öyle bir koltuğa oturabilmeniz için en az beş on kardeşinizi öldürmeniz gerekebilirdi. Masanın üstündeki ahşap tahta parçasının üstüne adını ateşle kazımıştı: Süleyman Narin. Arkasındaki vitrinde de üzerinde hat sanatıyla “Debriyaj Oto” yazan bir tabak vardı. Sigara dumanının dağılmasıyla birlikte bir diz üstü bilgisayar göründü. Gözünü kağıt oynuna diken Süleyman Narin götüyle dinliyordu bizi.

Süleyman Narin’den az benzinle çok giden, ucuz ve aynı zamanda konforlu bir araç istedik. Yaklaşık bir dakika süren sessizliğinin ardından suskunluğunu bozan Narin “ Böyle bir araba dünyada henüz üretilmedi ama isterseniz başka arabalarım var” diyerek uzlaşmaz bir tavır sergiliyordu. Ne yapıyordu bu adam. Değerli müşterilerini böyle germeye hakkı yoktu. İstediğimiz arabanın tam tersi özelliklerinde olan başka bir araç sundu bize. “Günlük kirası 130 TL, hasar halinde de masraflar size ait” dedi. “ 100 TL olmaz mı?” dedim. “Olmaz” dedi. Debriyajı bırakıp gaza bastık.

Fazla zamanım kalmamıştı. Tam şansıma küfür edecektim ki başka bir oto kiralamacı gördüm. Hem de yol üstünde bir dükkan: “Ramo Oto”. Tabelada kelime oyunu yapmışlardı hatta: “ramOto”.

Dükkan çok küçüktü, 3-4 metrekare bir şeydi. İçinde bir masa, üç sandalye ve bir sebil ( varya hani şu hastanelerde hem sıcak hem soğuk su veren su dolapları. “Biliyoruz” diyeceksiniz. Ben bilmiyordum adını, bilmeyenler için yazdım) vardı sadece.

Çok yorulmuş ve susamıştık. Sebilden birer bardak soğuk su içtik. Sebil dükkana artı puan kazandırıyordu. Sempatimi de kazanmıştı ayrıca. Su çok soğuktu, dişlerim sızladı.

Yirmi beş–otuz yaşlarında, mavi gözlü, atletik bir genç bakıyordu dükkana. Yüzünün bir tarafında büyük bir yarık izi vardı. Belki hoşuna gitmez diye sebebini sormadım ama suratına jilet yemişti galiba. Aynı şekilde az yiyen çok giden bir araba isteğimizi ona da yineledik. “Tamam, elimde tam size göre bir tane var” dedi. Her şey çok iyi gidiyordu. Sebilden bir bardak su daha aldım, biraz sıcak su ekleyerek. Bu sefer de sıcak olmuştu su.

Kapının önündeki beyaz fiat arabayı gösterdi bize. İstanbul’daki taksicilerin çoğu bu arabayı kullanıyordu. Onlar kullanıyorsa eğer kesin az yakıyordur. Araba yıkamadan yeni geldiği için parlıyordu ama içi pek iç açıcı değildi. Koltuklarda bir sürü sigara yanığı vardı. Tozluydu ve kapılardan birinin pencere otomatiği çalışmıyordu. Ayrıca bir kapıyı da içerden açamıyordunuz. Tüm bunlar kiralamama engel değildi, satın almayacaktım ya. Üç gün kullanıp geri verecektim.

“Size 110 Lira olur” dedi. Bizi sevdiğini ima ediyordu ama yüzünde buna dair bir belirti yoktu. Gözüm sürekli yüzündeki çiziğe takılıyordu. Kız davası mıydı acaba? “Abicim tam 100 yap şunu” dedim. “Ben burda çalışanım, indirim yapmaya yetkim yok, başka yerde bu kadar ucuza bulamazsınız” dedi. Diyarbakır’ın neresinden olduğunu sorup bizim de Kürt olduğumuzu söyledim. Fiyata bir etkisi olmadı. Değil Kürt Allah olsan farketmezdi onun için. Servet de arabasının aslında kötü olduğunu ve 110 lira etmeyeceğini söyledi. “Siz bilirsiniz” dedi Yaralı Yüz. Berbat bir durumdaydık. Süleyman Narin geldi aklıma ve 110 liralık teklifi kabul etmek zorunda kaldım.

Pazarlığımız sürerken içeri iki maliye memuru girdi. Sebilden birer bardak su içtikten sonra masaya yöneldiler. Oturacak başka yer olmadığı için kalkıp adamlara yer verdik.Vergi levhası ve diğer resmi belgeleri falan istediler. Yaralı Yüz istifini bozmadan rahat cevaplar veriyordu ama istedikleri hiçbir belgeyi de veremiyordu. Türlü türlü yalanlar söyleyerek adamları ikna etti. Sebilden birer bardak daha su içip gittiler. Mekanın resmi bir işletme olmaması beni rahatsız etmemişti. Türkiye’de olağan şeylerdi bunlar.

Üç günlük parasını peşin alarak karlı bir işe imza atmıştı Yaralı Yüz. Artık bir arabamız ve bizi bekleyen bir işimiz vardı. Ama benzinimiz yoktu. İbre sıfırın altındaydı. En yakın benzinlikte 150 liralık benzin doldurduk. Arabayı kullanmıyor sanki ittiriyordum. Zorla gidiyordu. Neyse gidiyordu ya işte.

Çok önemli bir konuğumuz vardı. Ropörtajı yaptıktan sonra Diyarbakır’ın meşhur On Gözlü Köprü’sünde detay çekimler yapmak için konuğumuzla birlikte arabaya bindik. Arabanın kiralık olduğunu söyleyerek imajımızı kurtarmaya çalıştım.

Arabayla biraz ilerledikten sonra birden durdu. Tekrar çalıştırmaya çalıştım ama işe yaramıyordu. Günbatımına yakın bir saatti. Ramo Oto’dan Yaralı Yüz’ü aradım gelmesi için. Konuğumuz zamanının olmadığını ve gitmek zorunda olduğunu söyledi. Adamı bir daha bulma şansımız yoktu. Sinirlerim iyice gerildi. Arabayı henüz birkaç saat önce almıştık ve elimizde patlamıştı.

Yaralı Yüz bizimkine benzer dandik bir arabayla yanımıza geldi. Suçun bizde olmadığını arabanın kendiliğinden birden bozulduğunu söyledik. Hemen bize hak vereceğini düşünerek hata etmiştim. “Arabayı tamirciye götürüp niçin böyle olduğunu öğrenelim önce” dedi. Çekici çağırıp arabayı tamirciye götürmek için yükledik. Biz de Yaralı Yüz’ün aracına binerek çekiciyi takip etmeye başladık.

Yolda Yaralı Yüz’le satranç oynuyorduk adeta. Ben suçun bende olmadığını sadece birkaç saat düz yolda kullandığımı söylüyordum. O da bana çalışır vaziyette verdiğini ve problemin birazdan tamircide anlaşılacağını söylüyordu. Kibar konuşuyordu, faturayı kibarlıkla bana kakalamaya çalışıyordu. Ayrıca “ Çekicinin parasını da müşteri öder” diyordu. Diyarbakır’da soygun silahlarla değil kiralık arabalarla yapılıyordu demek.

Tamirciye gelmiştik. Kesin tamirciye gelmeden önce adamı arayıp tezgahı kurmuştur diye düşündüm. Bu sebepten tamirciye itibar etmiyordum, kesin suçu bana kilitleyecekti.

Tamirci yalandan arabanın etrafında gidip geldi ve düşündüğüm gibi suçu bende buldu. Bilmem ne borusunu ben kırmışım ve 270 lira masrafı varmış.“Düz yolda nasıl kırılır, debriyaja bastım, gaza bastım. Başka bir şey yapmadım” dedim. “ Yok abi bu araba zorlanmış” dediler. “Dandik araba zorlanması benim suçum mu, hem siz arkadaşsınız neden inanayım size” diye güvensizliğimi belirttim. Bunu duyan Yaralı Yüz çok sinirlendi ve bana “ tamam gidelim” dedi.

Arabaya bindik. Kontağı çalıştırmadan önce sitem dolu bir konuşma yaptı. “ arkadaşımın yanında beni rezil ettin, bizi dolandırıcılıkla suçladın. Lanet olsun paraya, para verme. Bizim gururumuzla oynadın” diye duygusal bir konuşma yaptı. Konuşma esnasındaki “para verme” sözünün yarattığı güvenle kendisinden özür diledim. Beni yanlış anladığını ve kendisini yeterince tanımadığım için böyle düşündüğümü söyledim. Artık ipleri eline almıştı Yaralı Yüz. Dükkana geri dönüyorduk. Yol boyunca kırılan gururundan ve dürüstlüğün kendisi için ne kadar önemli olduğundan bahsetti. Ben de lanet olsun diyerek tamam dedim ya “Masrafların yarısını sen öde yarısını ben” dedim. Yaralı Yüz çok sinirlendi ve “Hayır abe, sen beni anlamamakta inat ediyorsun, anlamıyorsun beni” dedi. Doğru söylüyordu, anlamamıştım onu. Tüm o duygusal konuşmaları parayı benden almak için yapmıştı.

Dükkandaydık. Yaralı Yüz alıştıra alıştıra ha bire bana yeni faturalar çıkarıyordu. “Arabanın serviste kaldığı her gün için de kirasını ödemen gerekiyor, sözleşmede yazıyor” dedi. Gaz odalarında insan öldürüp sabun yapanlar bundan daha vicdansız değillerdi. Sabah ki maliyeciler geldi aklıma, hiçbir resmiyeti yoktu bu mekanın. “ İstersen mahkemeye ver, param yok” dedim. “Mahkemeye gerek yok. Allah’a şükür işimizi mahekemeye bırakmayız biz” dedi. Tamircide gururu incinen dürüst adam bizi tehdit ediyordu şimdi. Servet nafile bir çabayla arabanın muayenesinin yapılmadığını ispatlamaya çalışıyordu. Yüzündeki jilet izinin nasıl olduğunu şimdi daha iyi anlıyordum. Tekmeye kafa atan futbolcular gibi bu da jilete kafa atan bir tipti. Bu tarz adamları iyi tanıyordum. Canını verir parasını vermez böyleleri(gerçi verilmeyen para benimdi).

330 lira araba kirasının yanı sıra bir de 150 lira benzine vermiştim. Yani 480 liraya karşılık adamla papaz olup yüzümde bir jilet iziyle bitirebilirdim günü. “Tamam. 480 lira senin olsun, masrafları öde, arabanı al, ödeştik” dedim. Beni yola getirdiğini anladığı için tekrardan yiğit, mert, gururlu delikanlıyı oynamaya başladı. “ Abe mesele para değil, keşke böyle olmasaydı, işin görülseydi” de bana iyilik yapıyormuş da bizde yanlış olmaz da, da da da amk! Dükkandan çıkarken sıcak su karıştırmadan soğuk bir su içtim sebilden.

Oto kiralamacılara karşı derin bir travmayla dönüyordum Diyarbakır’dan. Uçağın penceresinde görünen yüzüme bakıyordum. 480 liram gitmişti ama neyse ki yüzüm hala tek parçaydı.

                                                                                                                                 PAT

patoyku@gmail.com 

www.facebook.com/pat.oyku


   



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder