24 Ağustos 2013 Cumartesi

Baklava ve Faşizmin "F"si

" Bir tatlı dükkanıyla tek başınıza iktidar olabilirdiniz. "


       Okulların açılmasına bir haftadan az bir zaman kalmıştı. Liseye başlayacaktım ve yeni başlayacağım okul hakkında hiç de iyi şeyler duymuyordum 'en belalı okuldur', 'arkan yoksa siki tutarsın', 'Kızlara takılma!' gibi yorumlar yapılıyordu. Bu söylenenlerden sonra korktum desem yalan olmaz. Lise demek kızlar demekti ama ' bela arama' diyorlardı.Ne yapıp edip okulda götümü sağlama almalıydım. 
        Benden önce aynı lisede okumuş olan amcam(Süleyman) okulun kabadayısıydı. Astığı astık asmadığı da asılmayı bekliyordu. Amcam okulu bırakmış, askere gitmiş ve hamamda kırk tas dökmeden bu işlere tövbe etmişti ama hala isminin bir ağırlığı vardı okulda. Süleyman amcam okuduğu dönemde Büyük Birlik Partisi'nin gençlik kolları olan Alperen Gençlik Ocaklarında takılıyordu. Amcam o dönem siyasetin 'S' sinden çakmazdı. Hasbelkadar okuldan arkadaşları onu oraya götürmüşler ve ordakiler O'na O da ordakilere sahip çıkmıştı. Amcam daha sonra okulu bırakacak( ya da okul mu onu bırakmıştı tam hatırlamıyorum) ve bir daha o partiyle işi olmayacaktı. Ama o dönem partideydi ve partinin popülaritesi onun sayesinde baya bi artmıştı. Nerde kendisine arka arayan bir korkak varsa onun arkasına geçerek aslan taklidi yapıyordu. Gözü kara olan amcam çekinmeden(düşünmeden) 15-20 kişinin arasına kavgaya dalabiliyordu. Her hafta "gelin çocuğunuzu nezaretten alın" diye karakoldan telefon gelirdi eve. Bu kabadayılığı tabiki ödülsüz değildi. Okulda(hatta ilçede) popülaritesi tavandı ve okulun en güzel kızlarıyla çıkardı. Kısacası amcam taşınması ve sahip çıkılması çok zor bir miras bırakmıştı bana.
        Ben ise amcamın karakter özelliklerinin hiçbirini taşımıyordum. Tek ortak noktamız ikimizin de futbolu seviyor olmasıydı. Hırslı ve cesur amcama göre dingin ve cesur olmayan( korkak demiyorum dikkat) biriydim.
        Tek başına 15-20 kişiye dalmak cesaretten ziyade olsa olsa deliliktir. Böyle kavgalarda sakat kalabilir hatta ölebilirsiniz. Sakat kalma ve ölme durumunda aptal sağlam çıkma durumunda ise kahraman olursunuz.  Ben ne aptaldım ne de kahraman. 
      Kızlar tehlikelilerdi. Futbol oynayıp erkek arkadaşlarınla gerzek gerzek takıldığın zaman kimse sana karışmıyordu. Çünkü elinde başkalarının sahip olmak isteyeceği bir şey yoktu. İsteyen her erkek çok rahat gerzek bir erkek arkadaş bulabiliyordu. Bir kızın elini tutup tenhalarda oturduğun zaman ise abazaların hedefindeydin. Onların nazarına ve yumruklarına gelmen an meselesiydi. Sadece abazaların hedefinde olmazdınız; bir de okulun kabadayıları vardı. Bunlar tüm kızlara yetecek özellikte tasarlanmadıkları için Allah'a isyan ederdi. İnsanoğlunun kıskançlık, ihtiras, açgözlülük vb... en katlanılmaz özelliklerini her an sergilerlerdi. Tüm bu tehliklerden korunmanın tek bir yolu vardı: Onlar da senden korkmalıydı.
         Amcamın okulda aslan olduğu dönemlerde Alperen Ocakları'nda benim yaşlarımda yavru kurtları vardı. Okula geldiğimi duyan bu kurtlar "Süleymanın yeğeni de bu okuldaymış" deyip buldular beni. İşte aradığım arkayı bulmuştum. Onlar beni bulduğuna seviniyor ben onları bulduğuma seviniyordum. Dayı dayı yürürlerdi okulda. Böyle yürümeleri beni çok memnun ederdi ve tanışabildiğim kadar insanla tanışıyordum. Herkesle 'Süleyman'ın yeğeni' diye tanıştırıyorlardı beni. Süleyman ismini duyan karşımda esas duruşa geçiyordu adeta.
Bu yavru kurtlardan biri de Hamo'ydu. Saçlarını kerhane çaycısı gibi ortadan ayırırdı. Hamo'nun bir yürüyüşü vardı ki görseniz okulun tüm haracını bu yiyiyor derdiniz. Beni iyice sevmesi için sürekli güldürürdüm onu. Sarı iğrenç dişlerini görmek pahasına yapardım espirileri toplardım sempatiyi. 
     Hamo'nun beni Ocağa çağırma zamanı gelmişti. "Perşembe günü okul çıkışında Ocak'ta toplantı var birlikte gideriz" dedi. Ocakla ne demek istediğini anlamamıştım ama kısa sürer bir şey olmaz diye düşündüm. Okul çıkışında beni bekleyen Hamo ile buluşup Ocağa gittik. İçeri girer girmez duvardaki fotoğraf dikkatimi çekti. Tüm Osmanlı imparatorlarının resminin bulunduğu bir fotoğraftı. Aynı fotoğrafı okul koridorlarında yangın sırasında kullanmamız için bırakılan kova ve baltanın karşısındaki duvarda da görebilirdiniz. Fotoğraflarının yanı sıra imparatorların sözlerinin asılı olduğu A4 kağıtları da vardı duvarlarda.
       İçerde başka liselerden de gelen öğrenciler vardı. Hepsiyle kafa kafaya tokuştuk. Normal, yanak yanağa selam veremiyorduk amk. Şişman, tombik biri vardı içerde. Gülmüyor, sert durmaya çalışıyordu ve bu onun daha da komik görünmesini sağlıyordu. Ona bakıp buraya geliş amacını tahmin etmeye çalışıyordum. Kızlar için olamazdı. Çünkü bu fizik ölçüleriyle değil Ocak, arkasında ordu dursa hiçbir kız vermezdi buna. Bunu öpen kız sığıra dönüşürdü o anda. Herkes birbirine bakıyordu ve muhtemelen benim gibi durumu anlamaya çalışıyorlardı. Mekanın müdavimleri ise bize karşı sevimlilik yarışına girmişlerdi. Ortamda hiç kız yoktu, herkesin taşakları vardı. Benim felsefem ise "ikiden daha fazla erkekle sadece kavgaya gidilir" idi.
      Reis dedikleri bol pantolonlu, gözlüklü, sivilceli, şaftı kaymış bir eleman bizi toplantı için küçük bir odaya çağırdı. Yaklaşık 15 kişi sığır sürüsü gibi bir odaya toplandık. Bu bir tanışma toplantısıydı. Vücut hatlarını belli etmemeye özen göstererek giyinmiş olan reisimiz bize bir "hoşgeldiniz" konuşması yaptı. "Buraya her türlü sorununuz için gelebilirsiniz ama bir tek kız sorunu için gelemezsiniz" diyerek sıkıcı konuşmasını bitirdi. Örgüt muhabbeti olmasa bu adamı kim dinlerdi acaba. Reis herkesten sırayla kendisini tanıtmasını istedi. En son ben tanıttım kendimi. Tam reis lafı alacakken Hamo devreye girdi ve özgeçmişime "Süleyman'ın yeğeni" diye ilave yaptı. Birden tüm dikkatler üzerime çekildi. Kendilerine kahraman arayan içerdeki korkakların gözleri parladı. Geliş sebebini anlayamadığım şişman, sempatik olmaya çalışan bakışlarını bana dikerek kafasıyla tekrar bir selam verme gereği duydu.Reisimiz"Daha rahat iletişim kurmak ve örgütlenmek adına her okulun bir Reis'i olacak, birazdan Reisleri seçmek için kapalı oylama yapacağız" dedi. Herkes ismini tekrarladı ve seçim başladı. Şişmanın adını yazdım. Sonuçlar açıklandı: "Şişman 1 Ben 14". "Ama ben kimseyi tanımıyorum" diye itiraz ettiysem de "Bir şey olmaz tanırsın" dediler. Herkes çok mutluydu çünkü 'Muhteşem' Süleyman'ın yeğeni reisleriydi. Diğer okulların da reisini seçerek toplantıyı bitirdik. Artık her Perşembe rutin toplantılarımız olacaktı. 
     Başıma büyük bir bela almıştım. Kabadayı gibi takılan korkakların Reis'i olmuştum. Ellerinde tespih beni nerde görseler gelip yapışıyorlardı. Öğlen aralarında birlikte pideciye gidelim diye dışarda bekliyorlardı beni. Okulun kabadayıları Kürtler'di ve onlarla aram çok iyiydi. Ocağa ihtiyacım yoktu ve sürekli onlardan kaçıyordum. Ama ben ne kadar onlardan kaçmaya çalışsam onlar o kadar burnumun dibinde bitiyorlardı. Ara sıra yanlarında tuhaf öğrencilerle gelip "Reis yeni arkadaşımız" diye tanıştırıyorlardı. Bu denyolar sürekli sürüler halinde dolaşıp mıymıntı tipleri tokatlayarak kendilerini cesur olduklarına inandırıyorlardı. Bu tip adamların amacı erkeklerde korku kızlarda hayranlık yaratmaktı.
     Perşembe günü yavru kurtlarımı etrafıma toplayarak ocağa gittim. Reisimiz yine götünü belli etmeyen bir pantolon giymişti. Toplantının konusu İstanbul'un Fethi'ydi. Atalarımızın iman gücüyle nasıl İstanbul'u fethettiğini oldukça sıkıcı bir tonda saatlerce anlatmaya başladı. Resmen ebem sikilmişti. Okulda tarih hocasını dinlemiyorken burda oturmuş bu sikkoyu dinliyordum. Üstelik dinlediğim için bir diploma da almayacaktım. Ergenliğimin erken dönemlerindeyim zaten çok da sikimdeydi İstanbul'un fethi. Bir ara verdik. Odadan çıkıp biraz hava aldık. Çaycı elinde tepsiyle aramızda dolaşarak çay, şeker parası toplamaya başladı. Ayıp olmasın diye cebimdeki üç kuruşu da çıkardım onlara verdim. Yol param da gitti, 5 km yürüyecektim eve. Toplantının sonunda Reis "Arkadaşlar sayımızı arttırmalıyız, liseler arası bir yarışma yapacaz. Kim en çok kişi getirirse Ocağa onlara baklava verecez" dedi. Reis'in bu açıklamasından sonra hava birden olumlu esmeye başladı ve herkesi bir baklava heyecanı sardı. 
        Herkes okulunda Ocak için adam örgütleme çalışmasına başladı. Endüstri meslek lisesi önde gidiyordu. Öğrencileri " Bedava çay, baklava var" diye kandırıyorlardı. Ben okuldan kimseye bir şey söylemedim. Bu sikkolarla takıldığımı öğrensinler istemiyordum. Mahalleden 3-5 arkadaşımı gelin baklava yiycez diye kandırmıştım ben de. Bu arada baklava ne etkiliymiş amk zamanında.
      Yine bir perşembe günü geldi. Yarışmanın sonucu belli olacak, baklava sahibini bulacaktı. İçeri girer girmez baklavayı kazanamayacağımızı anladım. Her taraf Endüstri Meslek Lisesi'nin yeşil ceketleriyle doluydu. Reis'in mutluluğunu görmeliydiniz. Koca bir ideolojinin toplayamadığı adamları Kemal Usta'nın baklavası toplamıştı. Bir tatlı dükkanıyla tek başınıza iktidar olabilirdiniz. Birinci Endüstri Lisesi olmuştu ama ortada baklava yoktu. Tekrar çaycının tepsisi ortalarda dolaşmaya başladı. Ben ve arkadaşlarım da çıkarıp cebimizdekileri verdik.Toplanan parayla birincilere baklava alındı. Getirdiğim arkadaşlar hayal kırıklığı yaşamışlardı. Çaycının berbat çayı da iyice canlarının sıkılmasına sebep olmuştu. Ayrıca Reis arkadaşlarımdan birine "Bir daha buraya bu top sakalla gelme" dedi. Top sakallı arkadaşım da mahallenin piskopatlarından sayılırdı. Benim hatırıma ses çıkarmadı orda. Eve mahçup bir şekilde arkadaşlarımla yürüyerek döndüm. Top sakallı arkadaşım yolda "Amına koduğmun çocuğuna bak, top sakalaını kes diyor" dedi. 
       Artık okulda çok rahattım, bir sürü arkadaşım vardı. Bir gün yavru kurtlarım heyecan içinde yanıma gelerek bir arkadaşımızın kavgaya karıştığını ve çıkışta da kavga olduğunu söylediler. Arkamı sağlama almak için tanıştığım adamlar sırtıma biniyorlardı. Bu sikkolar için kendimi riske atacak değildim tabiki. Okulda öğlen yemeği için bir saatlik bir ara vardı. O arada eşyalarımı toplayarak okuldan kaçtım. Ertesi günler de hafta sonu tatiliydi. Pazartesi günü bir yalan uydurdum kurtlara. Bunlar da ben kaçınca götleri yememiş kavgaya gidip özür dilemişler. O günden sonra da defalarca çağırmalarına rağmen sürekli bir bahaneyle kaçtım. Öyle öyle kurtuldum adamlardan. 
        Bir gün duvardaki padişah fotoğraflarına bakıp çaycıya " Buranın amacı nedir?" diye sormuştum. Çaycı biraz düşündükten sonra " Allah'ın rahmetini yeryüzüne yaymak" demişti. Çay tepsisiyle para toplayan bu baklavaya aç kitlenin böyle bir amaç belirlemesini aklım almamıştı. İlerki yıllarda politikayla ilgilenip solcularla takılmaya başlayınca nasıl bir tezgahta olduğumu anladım. Faşistlerin reisliğini yapmıştım resmen. Emin olun ordaki adamların hepsi ne faşizmin 'f' sini ne de siyasetin 's'sini biliyorlardı. Sadece korku ve hayranlık peşinde olan taşaklılar takımıydı. 

                                                                                                                                                  PAT

patoyku@gmail.com 

www.facebook.com/pat.oyku





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder