25 Temmuz 2014 Cuma

TİŞÖRT KATLAYAN AJAN


“Tehlike çanları benim için çalıyordu. İstanbul’u bırakıp memleketteki eski okul arkadaşlarımla çay bahçesinde limonata içerek geçirmek istemiyordum yaz aylarını.”


Öğrenci yurtlarında hemen hemen her odada sürekli yatan adamlar vardır. Tüm öğrenciler seks ve paralı bir gelecek kaygısı güderken bunlar yatarlar. Üniversite sınavlarını kazanmışlardı ama her şey sınav değildi işte.

“Ne zaman görsem boş boş yatıyorsun. Okulların kapanmasına az kaldı. Batman’a mı dönmek istiyorsun. Eğer bir iş bulursan yazı İstanbul’da geçirebilirsin” dedim. Söylediklerim Azad’ın kafasına yatmıştı. Yazı Batman’da geçirmek istemediğine inandırmıştım onu. “Çok haklısın, akıllı adamsın, tembelliğe son” temalı sözler söyledi ve “ Yarın hemen iş aramaya başlıyorum” dedi.

            Zayıf, orta boylu, yirmi bir yaşında minyon tipliydi Azad. Yaşının adamı gibi görünmek için sakal bırakırdı. Aynı zamanda sevimli ve sıcak kanlı biriydi.

            Azad’a verdiğim ültimatomun üzerinden iki gün geçmemişti ki iş buldu. Ünlü bir tekstil markasının mağazasında depocu olarak çalışacaktı. Çok şanslıydı. İş için başvuru formu doldurulmuştu ve kendisine geri dönülmüştü. Ben de iş arıyordum ama kimse bana geri dönmüyordu. Tehlike çanları benim için çalıyordu. İstanbul’u bırakıp memleketteki eski okul arkadaşlarımla çay bahçesinde limonata içerek geçirmek istemiyordum yaz aylarını.

            “Patronunla konuşsana benim için. Belki bana göre de bir iş vardır” dedim Azad’a. Dedim ama umudum da yoktu hani. Torpilim bir depocuydu. “Hatice Hanım’la konuştum. Azadcım biz seni çok sevdik eğer arkadaşın da senin gibiyse onunla da çalışabiliriz dediler” dedi Azad. Torpilim sağlam çıkmıştı. Benim eserimdi Azad. Beni dinlemekle iyi etmişti.

            “Reyonda çalışacaksın” dediler. Süper. Depoda çalışmak korkunç geliyordu bana. Mağazanın bodrum katında çürük gemilerle Avrupa’ya iltica etmeye çalışan Pakistanlılar gibi hissediyordunuz kendinizi.

            Reyon demek kızlar demekti. Kızlarla birebir temasa geçebilirdim. Yalnız bir problem vardı. “Erkek reyonunda çalışacaksın” dediler. Erkek reyonu mağazanın sürgün yeriydi.

            Pazartesi sabah 10’da iş başı yaptım. Tüm çalışanlar mağazanın verdiği tek tip elbiseyi giymek zorundaydı. Elbiselerimiz güzeldi ama hepimiz giyince güzel olmuyordu. Boynuma bir yaka kartı ve kulağıma da çalışanlar arası iletişim için bir kulaklık taktılar. Havam süperdi. Bir ajan gibi görüntüm vardı. Elbiseleri katlayıp askıları tasnifliyen bir ajan!

            Yorucu bir işti. Gün boyunca ayaktaydım ve sadece yarım saatlik yemek molalarında oturabiliyordum. Bu aralarda kadın reyonunda çalışan Taner’le sohbet ederdim. Uzun boylu, uzun saçlı yakışıklı bir delikanlıydı. Reyondaki maceralarını anlatırdı bana. “Kadın kabinde üstünü değişiyordu. Denediği elbisenin bir büyüğünü istedi. Elbiseyi götürdüğümde kabinin kapısı ve kadının üstü açık beni bekliyordu.” diye devamını tahmin edebileceğiniz maceralardı bunlar. Kadınlar telefon numaralarını veriyorlardı ona. Taner bir üst katımda çalışıyordu. Ben şişman adamlara XXL tişört bulmaya çalışırken o üst katta pornocuları kıskandıracak bir hayat yaşıyordu. Böyle bir adaletsizlik örneği dünyada yoktu. Düşlediğim iş hayatını Taner yaşıyordu. Mağazanın sahibi Taner’le bir saat sohbet etse kadın reyonunda işe başlardı.

            Kızlarla iletişime geçmek imkansız gibiydi. Siklemiyorlardı beni. Bana baktıklarında siki olan birini değilde aradıkları elbiseyi kendilerine bulabilecek birini görüyorlardı.

            Akşam iş çıkışlarında suyum çıkıyordu artık. Gece 10’da işimiz bitiyordu ama bir saat de mağazayı toplayıp temizliyorduk. Yani bir saat bedavadan çalışıyorduk. Çoğu zaman eve dönerken otobüste uyuya kalıyordum. Sabah da gözümü açar açmaz tekrar işe gidiyordum. Taner gibi bir hayatım olsaydı neyse. Tam bir sığır hayatı yaşıyordum.
           
            Bir gün İstanbul trafiğinden kaynaklı 10 dk geç gittim işe. İş arkadaşlarım mırın kırın etmeye başladılar. Patrondan çok patronculuk yapıyorlardı. “Ulan götler gece de bir saat fazladan çalışıyorum ama” demek istiyordum. Altı ayda bir yapılan birkaç günlük eğitimden sonra bunlara bir ünvan ve birkaç kuruş zam yapıyorlardı bunlar da kendini bir bok sanıyorlardı. Zaten yaka kartı ve kulaklıklar yeterince delirmelerine sebep olmuştu. Bir de yetmiyormuş gibi “Süper Vizör, Master Şef” gibi ismi büyük maaşı küçük şeyler çıkarıyorlardı. Birbirimizi kollamak ve fazladan bir saatimizin parasını talep etmek yerine “Pat Bey 10 dk geciktiniz” diyorlardı. Asgari ücretle tişört katlayan “Bey” mi olurdu!

            En gıcık olduklarım ise kasiyerlerdi. Boyalı, süslü, saçlarına zor şekiller vermeye üşenmeyen tiplerdi bunlar. İnanılmaz bir havaları ve duruşları vardı. Herkesin onlarla yatmak istediğini düşünürlerdi. Haksız da değillerdi. Götlerinin kıymetli olması kalkmasına da sebep oluyordu. Kimseyle fazla samimi olmaz ve büyük bir ciddiyetle terlik ve tişörtleri poşetlere yerleştirir, fiş keserlerdi. Bir doktor veya mühendisi bir hafta reyonda çalıştırın, kasiyerleri görünce mesleklerinden utanırlar.

            Taner’le sohbetlerimiz devam ediyordu. “Geçen aynı günde iki kadına gittim. İkisi de arkadaş ve bizim mağazadan alışveriş yapıyorlar. Birisi evil ama kocası hep şehir dışında çalışıyor” diye o anları tekrar yaşaya yaşaya anlatıyordu. Yaşadıklarını öğrenci yurdunda anlatsam toplu intiharlar olurdu. Anlattıkları üst düzey otuzbirci fantezileriydi.

            Hatice Hanım Azad’ı çok seviyordu. Sevimli geliyordu ona Azad. Başını okşar, çalışma temposundan dolayı tebrik ederdi. Bir abla gibi yaklaşıyordu ona. Seksi bir kadındı. Dar kumaş pantolonlar giyerek götünün sınırlarını zorlardı. Azad da Hatice Hanım’ın seksiliğine kayıtsız değildi. Yurt banyosunda Hatice Hanım’ı harcadığını çok defa itiraf etmiştir.

            Kişiliğim yok olma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Elbise katlamaktan imanım gevrilmişti. Hatice Hanım’a istifa edeceğimi söyledim. Şaşırdı. İş bulmak bu kadar zorken ben çalışmak istemiyordum. “ İşi bırakmadan 15 gün once söylemeliydiniz ama” , “ Valla siz bilirsiniz bırakın on beş günü bir gün dahi tahammülüm kalmadı”, “Hafta sonu da çalışın öyle bırakın bari”. Kabul ettim. Kadın haklıydı.

            Ben işi bırakınca Azad da bıraktı tabi. Azad’ın hayatını da mahvetmiştim. Ne güzel yurtta yatıyordu. İstanbul’da sürünmek yerine memleketteki ailesinin yanına gidip arkadaşlarıyla tüm yaz kahvede okey oynadı. Ben de yavaş yavaş eski özgüvenimi kazanıyordum. Mağazayı unutuyordum. Bir tek arasıra Taner’in hikayeleri aklıma gelince kötü oluyordum geceleri.


25/07/2014                          PAT

patoyku@gmail.com 
www.facebook.com/pat.oyku

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder