1 Haziran 2016 Çarşamba

Haram Simit Yiyen Makedon



“Para alınca da yardım sayılıyor muydu ki? Yardım derneğinde çalışan birine bu soruyu sorsam yaptığımın yardım olmadığını söylerdi. Bir imama sorsam tabiki de yardımdı. Başka türlü kendisinin kıldığı namaz da ibadet sayılmazdı. “


Üniversitenin sosyal destek biriminde yarı zamanlı olarak çalışıyordum. Burs vermek isteyen kurumlar oluyordu. Biz de öğrencilerden başvuru formlarını falan alıyorduk.

Bir gün üniversiteye Makedon dili ve Edebiyatı bölümü için genç bir hoca geldi. 30-35 yaşlarında benden biraz uzun( ben 1.74)beyaz tenli, sarışın biriydi(Fenerbahçeli Dirk Kuyt’a benziyordu)Üniversite yönetiminden birileri de adamı bizim birimimize yönlendirmişti. Adamın okuldaki işine başlaması için bir sürü resmi işlem yapması gerekiyor ama İstanbul’a hayatında ilk defa geldiği için yol yordam bilmiyordu. Yol yordam bilen vatandaşların yapamadığı işleri zavallı Makedon nasıl yapsındı. Her neyse başımızdaki kişi,“Zoran’a yardımcı ol,” dedi.

            İsmi Zoran’dı. Yardımcı olacaktım, gerçi bu iş için para alıyordum. Para alınca da yardım sayılıyor muydu ki? Yardım derneğinde çalışan birine bu soruyu sorsam yaptığımın yardım olmadığını söylerdi. Bir imama sorsam tabiki de yardımdı. Başka türlü kendisinin kıldığı namaz da ibadet sayılmazdı.

            Zoran, Makedonca, Rusça, İngilizce, Fransızca ben ise Kürtçe ve Türkçe biliyordum. Kesişen kümemiz boştu.Avrupa dillerine neden bu kadar yabancıydım bilmiyorum. İki avrupa dilini konuşan biriyle bir doktorun aynı saygıyı gördüğü bir kültürden geldiğim için adama hayran kaldım.Zoran’la nasıl anlaşacaktım. Adam konuşabilmemizi sağlayacak birçok dil biliyordu. Bütün suç bendeydi.

            Beyazıt’tan Eminönü’ne yürümeye başladık Zoran’la. Hükümet konağında işimiz vardı. Olabildiğince konuşmamaya çalışıyordum. Bir şeyler sorduğunda da önce anlamaya sonra da konuşmaya çalışıyordum. İngilizcem çok azdı diyemiyeceğim. Sadece ‘yesterday’ ve ‘tomorrow’u biliyordum. Buna az bilmek denemezdi. Bu iki sözcükten de hangisinin ‘dün’  hangisinin ‘yarın’ olduğunu karıştırıyordum. “ Niye İngilizce bilmiyorum” diye kendime değil “ Türkçe’de öğrenseydin amk” diye ona kızıyordum. Beyazıt’tan Sultanahmet’e kadar adama ‘ucuz’u anlatmaya çalıştım hareketlerle. ‘Ucuz’u hareketlerle nasıl alatırsınız? ben zor da olsa anlattım işte. Anlatamadığımı gördüğü halde devamlı bir şeyler soruyordu.

            İşimizi bitirdik ve okula dönüyorduk. Geç olmuştu artık. Taksim’de ucuz bir pansiyonda kalıyordu ve çok az parası kalmıştı. Beyazıt’tan Taksim’e yüreyerek gidecem diyordu(Beyazıt-Taksim arası 4 buçuk km’dir. Arabayla 11dk yürüyerek 54 dk) Başıma bela olmuştu. Acıdım, 10 lira vereyim de otobüsle gitsin dedim. Bende de fazla para yoktu, öğrenciydim. Cebim’de iki 20’lik bir 10’luk vardı. 20’likleri göstermeden nasıl çıkarırım 10’luğu diye düşünüyordum. 20’likleri görünce umutlanabilir ve 20 yerine 10 verdim diye içerleyebilirdi. İyiliğimin boşa gitmesi tehlikesini göze alarak elimi cebime daldırdım, elime ilk gelen kağıt parayı çektim ve 10’luğu ona uzattım. Allah’a şükür! “Rica ederim, ne gerek var, sağolasın, bu kadar iyilik yaptın bir de para mı veriyorsun” diyeceğini sanarken hiçbir şey demeden parayı alıp “teşekkürler” dedi. Türkçe sadece teşekkür etmeyi öğrenmişti. Ya gerçekten çok ihtiyacı vardı ya da puştun tekiydi.

            Kocaman kara montunu ağzına kadar çeker, masmavi gözleriyle masum, anlamsız bakardı. Ben espiri yapınca gülerdi. Espiri nasıl yapıyordun diyeceksiniz, demeyin. O nasıl anlıyordu deyin. Evrensel bir mizah gücüm vardı demek ki! İngilizce bilmiyordum ama dünyayı güldürebilecek bir yeteneğim vardı! Hem niye gülmesindi ki? Biri benim de işlerimi halletse, bana para verse ben de gülerim. Neyse başımın gözümün sadakası olsundu, kurtulmuştum ya ondan.

            Zoran’dan kurtulduğumu zannetmekle hata etmiştim. Ertesi gün yine yanımıza geldi. Makedon Dili ve Edebiyat’ı bölümü henüz tam olarak açılmamıştı. Üniversitenin bahar döneminin başlamasına 10 gün vardı. Ne pansiyonda kalacak ne de yemek yiyecek parası kalmıştı. Okul açıldığı gibi de maaş vermeyeceklerdi ona. 1 ay geçtikten sonra maaşını alabilecekti. Ne yapacaktı bu adam. Ne sikim işti bu. Kendisi de çok kaygılı görünmüyordu. Saf saf yanımda takılıyordu.

            Kaldığım öğrenci yurdunun odasında boş bir yatak vardı ama Zoran öğrenci değil öğretmendi. Üniversitenin yabancı diller bölümüne Türkçe için kaydını yaptırdım. Böylece öğrenci de olmuş oldu. Misafir öğrenci olarak yurda kaydını yaptırdık. İnanılmaz bir adam olmuştum, çok iyiydim. Öldükten sonra adıma kimsesizler yurdu ya da huzurevleri açılmalıydı.

            Zoran’ın yatağını düzenledikten sonra beraber kantine inip bir şeyler yedik. Yemek fişlerimi onunla paylaşıyordum. Hemen hemen hiç parası yoktu. ısmarladığım her şey için sadece teşekkür ediyordu. Çok rahattı. Ben ayaklarıma kapanıp teşekkür etmesini beklerken o sadece bir teşekkürle geçiştiriyordu fedakarlığımı. Bu ne rahatlıktı. Makedonya’da herkes böyle iyi miydi yani?

            Beyefendi çayını da içtikten sonra birlikte odaya çıktık. Oda arkadaşlarım gelmişti. İkişerden 3 tane ranza vardı odamızda. Zoranla birlikte 6 kişiydik. 5 Kürt 1 Makedon. Hepimiz esmer Zoran sapsarıydı. Geçenlerde bir haber vardı televizyonlarda. Roman bir ailenin evinde sapsarı, her halinden avrupalı olduğu belli olan bir çocuk vardı. Muhtemelen kaçırmışlardı çocuğu. Biz de o Roman aileye benziyorduk. Zoran aramızda sırıtıyordu.

            Arkadaşlarım Zoran’a selam verdikten sonra açıklama bekleyen bir suratla bana baktılar. Zoran’ı ve yaptığım iyilikleri anlattım onlara kısaca. Sevindiler. “Ne güzel ingilizce pratik yaparız, ingilizcemiz gelişir” diyerek Zoran’ı bağırlarına bastılar. Hemen kaynaştılar. Ertesi akşam yurda döndüğümde Zoran “Şevbaş Heval” diye karşıladı beni. Arkadaşlar İngilizce öğrenmek yerine Zoran’a Kürtçe öğretmeye karar vermişlerdi. “Şevbaş heval”in şaşkınlığını atamadan “Bijî Serok Apo” lafı geldi. “Adamı linç ettireceksiniz amk” diye kızdım onlara. Bütün gün Kürt sorununu anlatmışlardı ona. Adamların maskotu olmuştu. Kürtçe küfür öğretiyorlardı, çok sevmişlerdi onu.

            Okul nihayet açılmıştı. Herkes ders tercihlerinde bulunuyordu. Kendi asıl derslerimizin dışında bir iki tane de seçmeli ders seçmek zorundaydık. Kolay ve güzel seçmeli dersler hemen tükeniyordu. Ben ve Ferhat da Zoran’a güvenerek Makedon Dili ve Edebiyatı dersini seçmeli ders olarak seçtik. Zoran oda arkadaşımızdı ve çok rahat AA’yla dersi verecektik. Ferhat çok rahattı. Zoran’a daha bir ilgi gösterir olmuştu. Ferhat izbandud gibi bir adamdı, gözü karaydı, faşistlere gözünü kırpmadan satırla dalardı. Fakir bir adamdı da. Doğru düzgün aldığı bir burs yoktu. Öğrenim bursu ve yurdun yemek fişleriyle yaşardı. Vize döneminde Zoran’a çay ısmarladığını söyleyen arkadaşlar vardı.

            Vize sınavından birgün once Zoran bize sınav sorularını verdi. Hiçbir şey anlaşılmıyordu yazılanlardan. Çünkü Makedonca latin alfabesiyle yazılmıyordu. Her neyse ben harfleri falan ezberledim biraz. Ferhat ise hiç bakma gereği bile duymadı. Zoran’a ısmarladığı çaya güveniyordu. Sınav günü yurttan Zoran’la birlikte çıktık. Okulun bahçesinde beklerken Ferhat işini garantiye almak için kendine, bana ve Zoran’a simit-çay ısmarladı.

            Sınav kağıtlarını dağıttı Zoran ve 40 dk’nız var dedi. Ben ve Ferhat dışında sınıfta 5 kişi daha vardı. Ben bir şeyler karalamaya başladım Ferhat da  benim kağıdımdan kopya çekmeye çalışıyordu. Makedonca yazmak çok zordu. Ferhat’ın görüş açısı çok iyi değildi ve yazıları taklit de edemiyordu. “Ne yazıyorsun bir şey anlamıyorum” diyordu. Zoran diğer öğrencilerden çekindiği için Ferhat’ı uyarıyordu. Ferhat ısmarladığı simite güvenerek Zoran’ı siklemiyordu. Ferhat tekrar aynı şeyleri yapınca Ferhat’ın sınav kağıdını alarak dışarı çıkmasını istedi. Ferhat şok geçirmişti, ne diyeceğini bilemiyordu. Sinir dolu bir sessizlikle vurup kapıyı çıktı.

            Akşam yurdun kantininde karşılaştım Ferhat’la. Yurttakilere Zoran’ın kendisine yaptığı ihaneti anlatarak bir kamuoyu oluşturmaya çalışıyordu. Çok komikti. Yanıma gelip “Zoran ibnesi nerde?” diye sordu. Daha gelmemişti. “ Söyle ona, ısmarladığım simit haram olsun” dedi. “Sen de bokunu çıkardın. Sessiz olsaydın biraz”dedim. “ Arkadaşımız dedik, onun için seçtim Makedoncayı. Yoksa kim siker Makedoncayı, ne işim var Makedoncayla” benzeri bir sürü Makedonca’ya değer vermeyen sözler söyledi. O gece Zoran biraz geç geldi yurda. Ferhat yanına giderek” yazıklar olsun sana!” dedi. Zoran söylediklerinden hiçbir şey anlamasa da yüzündeki ifadesinden anlamıştı bir Makedonca sevdalısını kaybettiğini!

            Zoran’ın maaşını almasını ondan daha çok bekliyordum. Yük oluyordu bana. Tüm yemek fişlerimi ona vermiş, 10 liraya da terlik almıştım. Babasıydım sanki.

            Bir gün ben çalışırken dersi olmamasına rağmen yine yanıma gelip oturdu. Bir ihtiyacı vardı herhalde yine ya da sıkılmış, gidecek yeri yoktu. İşim bittikten sonra birlikte yurda doğru yürümeye başladık. “Aç değil misin” diye sordu. Acıkmıştı herhalde. Bende de çok fazla para yoktu ama acıdım ona. Lanet olsun, yazıktır diye “oturup bir şeyler yiyelim” dedim. Demez olaydım. En pahalı yemekleri ve içecekleri istiyordu. İnsanlığımı sikiyim diye düşündüm. Sonra tatlı istedi. “Ben tatlı istemiyorum” dedim. Bu kazığın üstüne bir de tatlı yiyemezdim. Garson masaya hesabı getirdi. Tam elimi cebime atacakken elimi tutu ve cebinden bir sürü para çıkardı. Maaşını almıştı. “Birer çay daha getireyim mi abi”  dedi garson. Çaylarımız geldi. Zoran’ın yarım kalan tatlısını çayla birlikte yedim.

            Hem vizeden hem de finalden  benle Ferhat’a AA vermiş ve böylelikle tüm borçlarını temizlemişti Zoran. Delikanlı çocuktu. Gözümüzdeki tüm imajı değişmişti. Ferhat ısmarladığı simit’in meyvelerini toplamıştı. Çok yerinde stratejik bir harekette bulunmuştu.

            İyi bir maaş alıyordu Zoran. Parası olduğuna göre artık yurtta kalmasının da bir gereği yoktu. Bir akşam geldiği gibi bir akşam gitti. Giderken “Şevbaş” dedi. Bizden öğrendiği tek şey buydu.

patoyku@gmail.com 
www.facebook.com/pat.oyku
           







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder