“Para alınca da yardım sayılıyor
muydu ki? Yardım derneğinde çalışan birine bu soruyu sorsam yaptığımın yardım
olmadığını söylerdi. Bir imama sorsam tabiki de yardımdı. Başka türlü
kendisinin kıldığı namaz da ibadet sayılmazdı. “
Üniversitenin sosyal destek
biriminde yarı zamanlı olarak çalışıyordum. Burs vermek isteyen kurumlar
oluyordu. Biz de öğrencilerden başvuru formlarını falan alıyorduk.
Bir gün üniversiteye Makedon dili
ve Edebiyatı bölümü için genç bir hoca geldi. 30-35 yaşlarında benden biraz
uzun( ben 1.74)beyaz tenli, sarışın biriydi(Fenerbahçeli Dirk Kuyt’a benziyordu)Üniversite
yönetiminden birileri de adamı bizim birimimize yönlendirmişti. Adamın okuldaki
işine başlaması için bir sürü resmi işlem yapması gerekiyor ama İstanbul’a
hayatında ilk defa geldiği için yol yordam bilmiyordu. Yol yordam bilen
vatandaşların yapamadığı işleri zavallı Makedon nasıl yapsındı. Her neyse
başımızdaki kişi,“Zoran’a yardımcı ol,” dedi.
İsmi Zoran’dı. Yardımcı olacaktım, gerçi bu iş için para
alıyordum. Para alınca da yardım sayılıyor muydu ki? Yardım derneğinde çalışan
birine bu soruyu sorsam yaptığımın yardım olmadığını söylerdi. Bir imama sorsam
tabiki de yardımdı. Başka türlü kendisinin kıldığı namaz da ibadet sayılmazdı.
Zoran,
Makedonca, Rusça, İngilizce, Fransızca ben ise Kürtçe ve Türkçe biliyordum.
Kesişen kümemiz boştu.Avrupa dillerine neden bu kadar yabancıydım bilmiyorum.
İki avrupa dilini konuşan biriyle bir doktorun aynı saygıyı gördüğü bir
kültürden geldiğim için adama hayran kaldım.Zoran’la nasıl anlaşacaktım. Adam konuşabilmemizi sağlayacak
birçok dil biliyordu. Bütün suç bendeydi.
Beyazıt’tan
Eminönü’ne yürümeye başladık Zoran’la. Hükümet konağında işimiz vardı.
Olabildiğince konuşmamaya çalışıyordum. Bir şeyler sorduğunda da önce anlamaya
sonra da konuşmaya çalışıyordum. İngilizcem çok azdı diyemiyeceğim. Sadece
‘yesterday’ ve ‘tomorrow’u biliyordum. Buna az bilmek denemezdi. Bu iki
sözcükten de hangisinin ‘dün’ hangisinin
‘yarın’ olduğunu karıştırıyordum. “ Niye İngilizce bilmiyorum” diye kendime
değil “ Türkçe’de öğrenseydin amk” diye ona kızıyordum. Beyazıt’tan
Sultanahmet’e kadar adama ‘ucuz’u anlatmaya çalıştım hareketlerle. ‘Ucuz’u
hareketlerle nasıl alatırsınız? ben zor da olsa anlattım işte. Anlatamadığımı
gördüğü halde devamlı bir şeyler soruyordu.
İşimizi
bitirdik ve okula dönüyorduk. Geç olmuştu artık. Taksim’de ucuz bir pansiyonda
kalıyordu ve çok az parası kalmıştı. Beyazıt’tan Taksim’e yüreyerek gidecem
diyordu(Beyazıt-Taksim arası 4 buçuk km’dir. Arabayla 11dk yürüyerek 54 dk)
Başıma bela olmuştu. Acıdım, 10 lira vereyim de otobüsle gitsin dedim. Bende de
fazla para yoktu, öğrenciydim. Cebim’de iki 20’lik bir 10’luk vardı. 20’likleri
göstermeden nasıl çıkarırım 10’luğu diye düşünüyordum. 20’likleri görünce
umutlanabilir ve 20 yerine 10 verdim diye içerleyebilirdi. İyiliğimin boşa
gitmesi tehlikesini göze alarak elimi cebime daldırdım, elime ilk gelen kağıt
parayı çektim ve 10’luğu ona uzattım. Allah’a şükür! “Rica ederim, ne gerek
var, sağolasın, bu kadar iyilik yaptın bir de para mı veriyorsun” diyeceğini
sanarken hiçbir şey demeden parayı alıp “teşekkürler” dedi. Türkçe sadece
teşekkür etmeyi öğrenmişti. Ya gerçekten çok ihtiyacı vardı ya da puştun
tekiydi.
Kocaman
kara montunu ağzına kadar çeker, masmavi gözleriyle masum, anlamsız bakardı.
Ben espiri yapınca gülerdi. Espiri nasıl yapıyordun diyeceksiniz, demeyin. O
nasıl anlıyordu deyin. Evrensel bir mizah gücüm vardı demek ki! İngilizce
bilmiyordum ama dünyayı güldürebilecek bir yeteneğim vardı! Hem niye gülmesindi
ki? Biri benim de işlerimi halletse, bana para verse ben de gülerim. Neyse
başımın gözümün sadakası olsundu, kurtulmuştum ya ondan.
Zoran’dan
kurtulduğumu zannetmekle hata etmiştim. Ertesi gün yine yanımıza geldi. Makedon
Dili ve Edebiyat’ı bölümü henüz tam olarak açılmamıştı. Üniversitenin bahar
döneminin başlamasına 10 gün vardı. Ne pansiyonda kalacak ne de yemek yiyecek
parası kalmıştı. Okul açıldığı gibi de maaş vermeyeceklerdi ona. 1 ay geçtikten
sonra maaşını alabilecekti. Ne yapacaktı bu adam. Ne sikim işti bu. Kendisi de
çok kaygılı görünmüyordu. Saf saf yanımda takılıyordu.
Kaldığım öğrenci yurdunun odasında boş bir yatak vardı ama
Zoran öğrenci değil öğretmendi. Üniversitenin yabancı diller bölümüne Türkçe
için kaydını yaptırdım. Böylece öğrenci de olmuş oldu. Misafir öğrenci olarak
yurda kaydını yaptırdık. İnanılmaz bir adam olmuştum, çok iyiydim. Öldükten
sonra adıma kimsesizler yurdu ya da huzurevleri açılmalıydı.
Zoran’ın
yatağını düzenledikten sonra beraber kantine inip bir şeyler yedik. Yemek
fişlerimi onunla paylaşıyordum. Hemen hemen hiç parası yoktu. ısmarladığım her
şey için sadece teşekkür ediyordu. Çok rahattı. Ben ayaklarıma kapanıp teşekkür
etmesini beklerken o sadece bir teşekkürle geçiştiriyordu fedakarlığımı. Bu ne
rahatlıktı. Makedonya’da herkes böyle iyi miydi yani?
Beyefendi
çayını da içtikten sonra birlikte odaya çıktık. Oda arkadaşlarım gelmişti.
İkişerden 3 tane ranza vardı odamızda. Zoranla birlikte 6 kişiydik. 5 Kürt 1
Makedon. Hepimiz esmer Zoran sapsarıydı. Geçenlerde bir haber vardı
televizyonlarda. Roman bir ailenin evinde sapsarı, her halinden avrupalı olduğu
belli olan bir çocuk vardı. Muhtemelen kaçırmışlardı çocuğu. Biz de o Roman aileye
benziyorduk. Zoran aramızda sırıtıyordu.
Arkadaşlarım
Zoran’a selam verdikten sonra açıklama bekleyen bir suratla bana baktılar.
Zoran’ı ve yaptığım iyilikleri anlattım onlara kısaca. Sevindiler. “Ne güzel
ingilizce pratik yaparız, ingilizcemiz gelişir” diyerek Zoran’ı bağırlarına
bastılar. Hemen kaynaştılar. Ertesi akşam yurda döndüğümde Zoran “Şevbaş Heval”
diye karşıladı beni. Arkadaşlar İngilizce öğrenmek yerine Zoran’a Kürtçe
öğretmeye karar vermişlerdi. “Şevbaş heval”in şaşkınlığını atamadan “Bijî Serok
Apo” lafı geldi. “Adamı linç ettireceksiniz amk” diye kızdım onlara. Bütün gün
Kürt sorununu anlatmışlardı ona. Adamların maskotu olmuştu. Kürtçe küfür
öğretiyorlardı, çok sevmişlerdi onu.
Okul
nihayet açılmıştı. Herkes ders tercihlerinde bulunuyordu. Kendi asıl
derslerimizin dışında bir iki tane de seçmeli ders seçmek zorundaydık. Kolay ve
güzel seçmeli dersler hemen tükeniyordu. Ben ve Ferhat da Zoran’a güvenerek
Makedon Dili ve Edebiyatı dersini seçmeli ders olarak seçtik. Zoran oda
arkadaşımızdı ve çok rahat AA’yla dersi verecektik. Ferhat çok rahattı. Zoran’a
daha bir ilgi gösterir olmuştu. Ferhat izbandud gibi bir adamdı, gözü karaydı,
faşistlere gözünü kırpmadan satırla dalardı. Fakir bir adamdı da. Doğru düzgün
aldığı bir burs yoktu. Öğrenim bursu ve yurdun yemek fişleriyle yaşardı. Vize döneminde
Zoran’a çay ısmarladığını söyleyen arkadaşlar vardı.
Vize
sınavından birgün once Zoran bize sınav sorularını verdi. Hiçbir şey anlaşılmıyordu
yazılanlardan. Çünkü Makedonca latin alfabesiyle yazılmıyordu. Her neyse ben
harfleri falan ezberledim biraz. Ferhat ise hiç bakma gereği bile duymadı.
Zoran’a ısmarladığı çaya güveniyordu. Sınav günü yurttan Zoran’la birlikte
çıktık. Okulun bahçesinde beklerken Ferhat işini garantiye almak için kendine,
bana ve Zoran’a simit-çay ısmarladı.
Sınav kağıtlarını
dağıttı Zoran ve 40 dk’nız var dedi. Ben ve Ferhat dışında sınıfta 5 kişi daha
vardı. Ben bir şeyler karalamaya başladım Ferhat da benim kağıdımdan kopya çekmeye çalışıyordu.
Makedonca yazmak çok zordu. Ferhat’ın görüş açısı çok iyi değildi ve yazıları
taklit de edemiyordu. “Ne yazıyorsun bir şey anlamıyorum” diyordu. Zoran diğer
öğrencilerden çekindiği için Ferhat’ı uyarıyordu. Ferhat ısmarladığı simite
güvenerek Zoran’ı siklemiyordu. Ferhat tekrar aynı şeyleri yapınca Ferhat’ın
sınav kağıdını alarak dışarı çıkmasını istedi. Ferhat şok geçirmişti, ne
diyeceğini bilemiyordu. Sinir dolu bir sessizlikle vurup kapıyı çıktı.
Akşam
yurdun kantininde karşılaştım Ferhat’la. Yurttakilere Zoran’ın kendisine
yaptığı ihaneti anlatarak bir kamuoyu oluşturmaya çalışıyordu. Çok komikti.
Yanıma gelip “Zoran ibnesi nerde?” diye sordu. Daha gelmemişti. “ Söyle ona, ısmarladığım
simit haram olsun” dedi. “Sen de bokunu çıkardın. Sessiz olsaydın biraz”dedim.
“ Arkadaşımız dedik, onun için seçtim Makedoncayı. Yoksa kim siker Makedoncayı,
ne işim var Makedoncayla” benzeri bir sürü Makedonca’ya değer vermeyen sözler
söyledi. O gece Zoran biraz geç geldi yurda. Ferhat yanına giderek” yazıklar
olsun sana!” dedi. Zoran söylediklerinden hiçbir şey anlamasa da yüzündeki
ifadesinden anlamıştı bir Makedonca sevdalısını kaybettiğini!
Zoran’ın
maaşını almasını ondan daha çok bekliyordum. Yük oluyordu bana. Tüm yemek
fişlerimi ona vermiş, 10 liraya da terlik almıştım. Babasıydım sanki.
Bir gün ben
çalışırken dersi olmamasına rağmen yine yanıma gelip oturdu. Bir ihtiyacı vardı
herhalde yine ya da sıkılmış, gidecek yeri yoktu. İşim bittikten sonra birlikte
yurda doğru yürümeye başladık. “Aç değil misin” diye sordu. Acıkmıştı herhalde.
Bende de çok fazla para yoktu ama acıdım ona. Lanet olsun, yazıktır diye
“oturup bir şeyler yiyelim” dedim. Demez olaydım. En pahalı yemekleri ve
içecekleri istiyordu. İnsanlığımı sikiyim diye düşündüm. Sonra tatlı istedi.
“Ben tatlı istemiyorum” dedim. Bu kazığın üstüne bir de tatlı yiyemezdim. Garson
masaya hesabı getirdi. Tam elimi cebime atacakken elimi tutu ve cebinden bir
sürü para çıkardı. Maaşını almıştı. “Birer çay daha getireyim mi abi” dedi garson. Çaylarımız geldi. Zoran’ın yarım
kalan tatlısını çayla birlikte yedim.
Hem vizeden
hem de finalden benle Ferhat’a AA vermiş
ve böylelikle tüm borçlarını temizlemişti Zoran. Delikanlı çocuktu. Gözümüzdeki
tüm imajı değişmişti. Ferhat ısmarladığı simit’in meyvelerini toplamıştı. Çok
yerinde stratejik bir harekette bulunmuştu.
İyi bir
maaş alıyordu Zoran. Parası olduğuna göre artık yurtta kalmasının da bir gereği yoktu. Bir akşam geldiği gibi bir akşam gitti. Giderken “Şevbaş” dedi. Bizden
öğrendiği tek şey buydu.
patoyku@gmail.com
www.facebook.com/pat.oyku
patoyku@gmail.com
www.facebook.com/pat.oyku
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder